Sen de İzle!

5 Aralık 2011 Pazartesi

Kurtarma Operasyonu - Gordon R. Dickonson (Kısa Öykü)

Kurtarma Operasyonu - Gordon R. Dickonson (Kısa Öykü) Kurtarma Operasyonu

"Şuraya bak Archie," dedi Jim Timberlake hücrenin kalın parmaklıkları arasından gözünü uydurarak, "Şimdi de büyücü geliyor." Archie Swenson baktı. Esmer, zayıf, içine kapanık biriydi, ve şu anda her zamankinden daha kederli görünüyordu. "Bu adamın suratındaki ifadeyi hiç beğenmiyorum," dedi bir felaket haberi verircesine.

İki adam çeviri cihazlarını hazırladılar, mikrofonu boğazlarına, kulaklığı da kulaklarına taktılar ve iri yarı yeşil derili muhafızın kenara çekilip kapıyı açarak şamanın girmesi için yol vermesini izlediler. Büyücü, zayıf, yaşlılıktan derisinin yeşil rengi solmuş ama hâlâ güçlü kuvvetli olduğu anlaşılan bir adamdı. Bilekliğinde kocaman bir hançer saplıydı, bir elinde bir hayvanın idrar kesesini tutuyordu, saçlarına bağladığı ipin ucunda çeşitli boylarda kemikler asılıydı. Bunlardan başka bir süsü yoktu, sarkmaya başlamış göbeğiyle şirin biri olduğu bile söylenebilirdi.

Neşe içinde fakat homurtular ve iniltiler şeklinde söylediği "Selam size şeytanlar," sözleri çeviri cihazları tarafından anında çevrildi.

"Sana kaç defa söyleyeceğiz," dedi Timberlake, güneşten yanmış, hatta şu anda da kırmızı duran dört köşe suratını ona çevirerek. "Biz şeytan falan değiliz, salak. Biz de tıpkı sizler gibi insanız. Aynı soydan geliyoruz.
Sadece sizin atalarınız bu gezegende unutuldu ve buraya uyum sağlayacak kadar uzun bir süre burada yaşamak zorunda kaldı..."

Şaman, elindeki idrar torbasını onlara doğru sallayıp, "Tabii, sevgili dostum, elbette, elbette," diyerek bu sözleri geçiştirdi. "Sözlerinden en ufak bir şüphe duymuyorum. Ama sizlerle tamamen aynı fikirde olmamın burada ne
büyük bir hayal kırıklığı yaratacağını tahmin edemezsiniz. Hem sonra, Roma'da bir gün içinde yaratılmadı, öyle değil mi?"

"Roma'yı bildiğini itiraf ediyorsun bak!" diye bağırdı Timberlake.

"En kutsal efsanelerimizden biridir," dedi şaman ve ekledi: "Konumuza dönelim..."

Timberlake, bozguna uğramış bir halde omuzlarını düşürdü, uzun boyunun yanısıra Swenson'daki adalelere sahip olmayı diledi içinden, çeviri cihazının sesini sonuna kadar açtı.

"SİZDEN BİZİ SERBEST BIRAKMANIZI TALEP EDİYORUZ! HEM DE HEMEN!"

"Şu işe bakın." dedi şaman büyük bir hayranlıkla. "Bir gün bu aleti nasıl bu kadar mükemmel bir şekilde kullanabildiğimizi bana da göstermenizi istiyorum. Artık burada hanginiz kalmışsanız..."

"Ne demek, hanginiz kalmışsanız?" Swenson telaşla sordu.
"Eh. meclisimiz nihayet hakkınızda bir karara vardı..."
"Tabii sizin de ısrarlarınızla." diye kükredi Timberlake.

"Toplantı sırasında sesimin pek fazla duyulmadığına sizi temin ederim... Zaten bu karan almamız, siz iki şeytanın uzay gemilerinizle buraya indiğiniz andan beri bekleniyordu. Başka şeytanları kurtarmaya geldiğinizi söylemiştiniz. Ve şimdi bu sorun meclisimizde iyice tartışıldı, üzerinde çok kafa patlattığımızı itiraf etmeliyim, başka şeytanların öfkesini üzerimize çekmemek için gitmenize izin mi verecektik, yoksa topraklarımıza saldırmak niyetinde olan diğer şeytanlara da bir ders olsun diye ikinize birden pişirecek miydik?"

Swenson yutkundu.

"Meseleyi enine boyuna tartışmayı isteyen meclisimiz sonunda Hazreti Süleyman'ı bile kıskandıracak kadar adil bir karara vardı. Uzun sözün kısası: Biriniz serbest bırakılacak, diğeriniz ise dolunay çıktığı gece pişirilecek."
Swenson bu kez yutkunamadı bile. Felç olmuş gibiydi. Yutkunma sırası Timberlake'indi. "Pekiyi... hangimiz serbest kalacak?"
Şaman idrar kesesini şöyle bir döndürüp Swenson'a doğrulttu. "Iggle..." dedi.

Swenson dizlerinin üstüne çöktü.

Şaman, "Biggle," diyerek keseyi Timberlake'e doğrulttu bu kez de. Timberlake çılgın gibi cihazın düğmelerini kurcalıyordu. Şamanın söylediklerinin hiçbir anlamı yoktu herhalde, çünkü cihaz sözcüğü çevirmiyordu.

"Tiggle rawg..." şaman her sözcükte keseyi, bir Swenson'a, bir Timberlake'e uzatıyordu." Jaby oogi siggle blawg. Ibber jobi naber sawg... Ve, sen kaldın!" Kese Swenson'u işaret ediyordu. Swenson'ın rengi bembeyaz oluverdi. "Gözün aydın," dedi şaman Timberlake'e, "Anlaşılan, çıktığınız görevi tamamlamak sana düşüyor. Aradığın iki şeytan buradan yürüyerek yarım günlük mesafede. Vadide dümdüz git, kırmızı dağa geldiğinde sağa sap."

Şamanın işareti üzerine iki muhafız gelip Swenson'ı sürükleye sürükleye dışarı çıkardı.

"Bekleyin!" diye haykırdı Timberlake, aklına viran haldeki gemisinin kontrol odasındaki tüfekler gelmişti. "Gemime gidip bir şey almam gerekiyor..."

"Ah hayır olmaz," dedi şaman, "Bizim ilkel olduğumuzu düşünebilirsiniz, ama o kadar da saf zannetmeyin artık. Bu işi hiçbir yardım almadan başarman gerekiyor, şeytan. Yo, yo, hayır, dövüşmenin bir yararı olmaz. Muhafızlar, belki kafasına bir yumruk indirirseniz onu sınıra kadar daha rahat taşıyabilirsiniz."

Yarım saat kadar sonra Timberlake bir kayanın üzerine oturmuş yemyeşil vadiyi ve az önce kovulduğu köyün sınırını oluşturan çiti seyrediyordu. Kaskının içindeki teçhizatı kontrol etti neyse ki muhafızın darbesinden sonra herhangi bir hasar görmemişti. Büyük bir dikkatle üzerindeki radyo vericisini gözden geçirdi.
Boğazındaki mikrofona bastırarak, "Swenson? Archie?" diye seslendi. "Archie beni duyuyor musun?" Derinlerden, ümitsiz bir ses yankılandı: "Seni duyabiliyorum."

"Neşelen..." diye başladı sözlerine, kulaklıktan çıkarıp kolu mesafesinde tuttu, sesin giderek zayıfladığını görünce yeniden takmak zorunda kaldı. "Archie," dedi. arkadaşının gönlünü almak istiyordu "Bu kadar üzgün olduğun için seni suçlamıyorum, ama..."
"Üzgün mü! " Kulaklıklar zangırdadı."Pişirip yiyecekler beni!!!" "Yiyecekler mi?"
"Evet, patates gibi yağda kızarttıktan sonra. Timberlake. seni sıçan suratlı herif, hepsi senin yüzünden. Sen sebep oldun..."

"Hayır, hayır," diye bağırdı Timberlake. "Archie senin çıkman tamamen bir talihsizlikti. Bilirsin, ini inini dosi... "

"Neden bahsettiğimi pekala biliyorsun. İndiğimiz zaman sana silahları yanımıza alalım demiştim. Ama sen istemedin. Hayır, dedin, göstergelerin insanlık tarihinden haberdar olduklarını ve galaktik gelişimi bildiklerini gösterdiğini söyledin..."

"Biliyorlar. Ama inanmıyorlar, o başka mesele."


"O kadarla da kalmıyor. Bütün bunlar en başından beri senin fikrindi. Eğer kendi işimize bakıp Drachmae VII'deki olayları rapor etseydik hiçbir şey olmayacaktı. Ama sen tuttun, o yardım çağrısına cevap verdin. Yardım çağrısıymış! Bahse girerim hepsi tuzaktı. 'İmdat! İmdat! İki annenin feryadına kulak verin! Çocuklarımızı kurtarın!' diye mesaj mı olurmuş?"

"Archie!" dedi Timberlake ayıpladığını belli edercesine. "Darda kalan insanlara merhametin yok mu senin?"

"Bak bunu beğendim!" Kulaklıklar yine zangırdadı. "Söyleyene de bakın! Ben burada kızartılmayı bekleyeyim, sen orada kuşlar gibi dolaş, iki çocuğu kurtarıp evlerine götür, yüklüce bir ödül kap, krallar gibi yaşa, ondan sonra da orada burada dolaşıp merhametten bahset! Çok güzel!"

Timberlake yüreği parçalanarak aleti kapadı. Halen gönderilmekte olan S.O.S. çağrısını buldu. Gösterge iğnesinin ucu belirli bir noktada sabit kaldı, vadinin hemen aşağısında bir yeri gösteriyordu. Demek yaşlı şaman doğru söylemişti. Ha, evet, yarım günlük bir mesafe.

Timberlake yürüdü.

Dümdüz bir hat üzerinde yürüdüğü müddetçe işi kolaydı. Antiloba benzeyen sürülerin otladığı, yeşilliğin göz alabildiğine uzayıp gittiği vadi Dünya'daki evinin ön bahçesini hatırlatmıştı ona. Ama kırmızı dağın eleğine yaklaştığında kafası karıştı. İnsan bir dağdan nasıl sağa dönebilirdi? Yani ya dağa gelmeden sağa dönülür, ya da dağı geçip gittikten sonra... Timberlake yavaşladı, iyice şaşırmıştı.

Ne var ki tam dağın eteğine geldiğinde yere sapladığı mızrağına yaslanıp tam aksi istikameti gözlemekte olan yeşil derili bir yerli gördü. Timberlake durakladı, koşup üstüne saldırmak geçti aklından; ama yeşil yaratık kıpırdamayınca şamanın kendisini serbest bıraktığına göre herhangi bir tehlike içinde olmaması gerektiğini düşünerek saldırmaktan vazgeçti. İhtiyati elden bırakmadan yerliye yaklaştı.

"Ehm... merhaba." dedi yerliye.

"Iggle beni korusun!" Yerli birdenbire dalmış olduğu derin düşüncelerden sıyrılmış, onu tanımış ve ürkerek bir adım geri kaçmıştı. Rengi bir anda soluk limon şansına dönüşmüştü. "Hayal kuruyordum ve yanıma böyle sessizce sokulduğunu fark etmedim. Bana bir kötülük yapmayı aklından bile geçirmesen iyi olur, şeytan. Yanımda büyükbabamın sol elinin serçe parmağının kemiği var."

"Sana bir zarar verecek değilim," dedi Timberlake. "Sadece buralarda bir yerlerde yaşayan iki genç şeytanı arıyorum."

"Ha, şu genç şeytanları mı?" diye sordu şüpheyle yerli. "Bir tanesi yeterince küçük, ama öbürü meclis kulübesi kadar büyük. İstediğin gerçekten sadece bu mu, Şeytan? Yolu tarif etmemi mi istiyorsun?"

"Hepsi o kadar," dedi Timberlake.

"Pekala öyleyse... Buradan sağa dön ve şu küçük dereyi takip et. Küçük bir vadi göreceksin. Fark etmemen imkânsız. Artık bana izin verirsen gidip şurada xerlerden birkaçını yakalayayım, akşama yiyeceğiz de. Elveda." Yerli, aceleyle yanından uzaklaştı.

Timberlake, arkasından bakarken pişmanlık içinde başına vurdu. Gitmesine izin verdiğine göre adamın peşine takılmak için aklı başında bir mazeret bulması gerekiyordu. Onu rehin mi alsaydı, yoksa gidip mızrağım mı kapsaydı, ama iş işten geçmişti artık. Timberlake döndü ve dere yatağını izleyerek dağın hafif eğimi boyunca tırmanmaya başladı.

Tırmanırken bir yandan da kafasında binbir türlü plan kuruyordu. Dolunay... Ne zamandı acaba? Önceki gece ya da indikleri gece gökyüzüne bakmadığına pişman oldu, ama bunu nereden akıl edecekti ki, daha önce başına böyle bir şey hiç gelmemişti. İki gece arka arkaya ay doğmuştu. Ama şekli nasıldı? Karmakarışık kafası cevap verecek durumda değildi.

Eh, dolunaya birkaç günden az bir zaman kalmış olsa bile. durumları o kadar da ümitsiz sayılmazdı. Aldıkları o S.O.S. sinyaline bakılırsa düşen uzay gemisi -türü ne olursa olsun- çok da kötü bir durumda değildi demek. Sonra, bu tür bir uzay gemisinde mutlaka silah da olurdu. Alev silahına denk bir silah bulabilse köye geri döner, Swenson'ı kurtarabilirdi. Ortağını arayıp haber vermek geçti aklından ama, Swenson'ın az önce söylediklerinden ne


kadar kırıldığını hatırladı. Eski dostu Archie hâlâ tanıyamamıştı onu. Madem kendisine bu kadar az güveniyordu, bırakacaktı o hücrede biraz daha ter döksün. Bu ona iyi bir ders olur, dostuna güvenmeyi öğretirdi.

Ağaçlık bir bölgeye gelmişti. Yokuş giderek dikleştiği için nefes nefese kalmıştı, biraz durup dinlendi. Öğle vakti serbest bırakılmıştı, ama şimdi gölgesine baktığında saatin bir hayli ilerlediğini fark etti. Akşam olmak üzeredeydi. Yanı başında yükselen duvarı tuta tuta yürüyerek hızını arttırdı. Dere kenarı da giderek taşlık bir zemin halini almaya başlamıştı. Ağaçlardan dökülen ve çam pürünü andıran küçük dallar yeri bir halı gibi örtmüştü. Sonunda bir şelalenin döküldüğü küçük bir uçurumun kenarına vardı.

Son bir gayretle uçurumu tırmandı ve kendini dimdik yükselen bir vadide buldu. Derenin küçük bir gölden doğduğunu gördü. Gölün çevresinde çayırlık bir arazi ve bu arazinin tam ortasında da taştan örülmüş küçük fakat şirin bir ev vardı. Evin bir yanında yeni kesilmiş çam ağaçlan istiflenmişti, hemen yanında da Timberlake'in daha önce hiç görmediği değişik bir dizaynı olan bir uzay gemisi duruyordu.

Uzay gemisinin dağa çarptığı anlaşılıyordu. Neredeyse tamamen hurdahaş olmuştu.

Timberlake güçlükle yutkunup, hemen yanı başındaki bir kayaya oturdu. Hasar görmüş bir gemi görmeyi bekliyordu, bir gemi enkazıyla karşılaşabileceğini de hesaplamıştı ama karşısında parçalarına ayrılmış bir gemi bulacağını hiç ummamıştı. Eğer gemi bu kadar berbat bir haldeyse, mesajda sözü edilen çocuklar bu kazadan nasıl sağ çıkabilmişti acaba?

Dizleri titriyordu, güçlükle ayağa kalkıp çayırlığın tam ortasındaki küçük taş eve doğru yürüdü, kendisine en yakın olan o evdi çünkü. Evin inşası takdir edilmeye değerdi, taşlar grimsi mor renkli bir tür çimentoyla örülmüştü. Pencerelerinde cam yoksa da güzel perdeler takılmıştı. Kapısındaki desenler el oymasına benziyordu, damdaki küçük bacadan incecik duman sızıyordu.

Timberlake biraz çekinerek kapıyı çaldı.

Çeviri cihazından duyulan tiz, yüksek bir ses, "İçeri girin," diye seslendi. Timberlake kapıyı açtı, başını uzatıp içeri baktı ve girdi.

Kendini kare şeklinde geniş bir odada buldu, içindeki eşyalar adeta ince matematik hesapları yapılarak, büyük bir özenle yerleştirilmişti. Duvarlardan birine asılmış dört köşe kutunun içi kuru ot doluydu. Bütünlüğü bir pencereyle bölünmemiş diğer duvarlara raflar ve çekmeceler yerleştirilmişti. Hepsinin de el işi olduğu gözden kaçmıyordu. Tek istisna, üzerinde aşağı yukarı bir metre boyunda, deli gibi bakan, koca kafalı gri renkli bir yaratığın oturduğu hayli hasar görmüş, kırık dökük bir masaydı. Masanın üzerinde kuş tüyü bir kalem, bir mürekkep hokkası ve mürekkep lekesi dolu birkaç tane kağıt duruyordu.

"Daha sadece dokuz aylık olmama karşın," dedi yaratık çatlak bir sesle, "Sizin insan soyundan bir yaratık olduğunuzu biliyorum. Adım Agg. Sanırım şimdi de bana kendi adınızı söylemek istiyorsunuz."

"Ehm, Jim Timberlake," dedi Timberlake. "Tanıştığımıza sevindim. Nasılsınız?"

"Her şeyi bir pidin yapabileceği ölçüde yapabilecek kadar iyiyim." dedi pid yine o aynı cızırtılı, çatlak sesiyle. "Gördüğün gibi daha sadece dokuz aylığım. Senin için ne yapabilirim Jim?"

"Şey." dedi Timberlake, kendini biraz aptal gibi hissediyordu. "Ortağım ve ben buraya bir S.O.S. sinyali aldığımız için gelmiştik..."

"Tamamen Tanrı'nın takdiri." dedi pid, uzun burnunu kaşıyarak. Jim, pidin burnunun ucunun tıpkı bir mızrak tepesi ya da boynuz ucu kadar sivri olduğunu yeni fark ediyordu. "Bekle de hazırlanayım, seninle geliyorum."

"Şey, aslında..." diye mırıldandı Jim. "Apar topar yola çıkmamız o kadar kolay değil..." Swenson'la beraber başlarına gelen tatsız olayları anlattı.

"Ha," dedi pid, "Öyleyse hazırlanmama gerek kalmadı, çünkü zaten seninle gelmiyorum. Sağol. hadi sana güle güle."


"Hey, bir dakika." diye seslendi Jim, pid tüy kalemini yeniden eline alırken. "Yine de başarabiliriz. Yapmamız gereken tek şey Swenson'ı ve gemimizi o vahşilerin elinden kurtarmak, o kadar!"

"Nasıl?" diye sordu pid.

"Senin, geminizden birkaç tane de olsa silah ayırdığını düşünmüştüm..."

"Hangi silahlar? Gemideki her şey tahrip edildi, yavaşlatılmış odadakiler yani, şu gördüklerin yumurtalarımız ve başlarına bir şey gelmesin diye kitaplıktan alıp evime getirdiğim kitaplar." Pid bunları söylerken duvara sıra sıra asılmış rafları gösteriyordu."Annelerimiz gemiler bu gezegene ulaşabilsin diye yakıt olarak kendi vücutlarını feda etti. Yere konduktan sonra yumurtadan ilk çıkan ben oldum, erken kırılma koşulları rehberi sayesinde neler yapmam gerektiğini öğrendim. İkinci S.O.S. sinyalini gönderdim ve eğitimime başladım. Dokuz ay geçti ve bu süre
içinde ancak, türlerin galaktik kökenlerine ait genel bilgilerini öğrenebildim. Artık iznini isteyeceğim. Sana iyi günler."

"Ama arkadaşım..."

"Size yardım edemem. İyi günler."

"Dinle!" diye haykırdı Timberlake. "Sizi kurtarmak için o kadar yol geldik. Aksi halde Swenson'ın başına bunlar gelmeyecekti. Vicdanın hiç sızlamıyor mu?"

"Kesinlikle hayır. Vicdan duygularla ilgilidir. Duygularsa mantık dışıdır," dedi pid. "Mantık söz konusu oldu mu biz pidlerin üstüne yoktur. İyi günler."

Daha fazla münakaşa edemeyecek kadar kızgın olan Timberlake dışarı fırladı.

Bastırmakta olan akşamın azalan aydınlığında kayboldu gitti. Birkaç yüz metre ötede muazzam bir mağara gördü. Hâlâ o kadar kızgındı ki, bu kadar büyük bir korunakta nasıl bir yaratığın yaşayabileceğini düşünmek zahmetine kalkışmadan içeri girmeye karar verdi.

İyice yaklaştığında içeriden, derinlerden yükselen homurtuyu duydu. Homurtu iyice yükseldi sonra bir anda tiz bir çığlığa dönüştü, çeviri cihazı bu çığlıkla yaratığın, "Aman Tanrım!" diye bağırdığını bildiriyordu.

"Kimse var mı?" diye seslendi ve içeri girdi.

Bir anda küçük, yayvan kafası bir kangrununkini andıran, ejderhaya benzeyen bir yaratıkla burun buruna geldi, gözlerinin hemen yukarısına küçük bir tarayıcı yerleştirmişti. Zırh kaplı kuyruğunu çevresine dolamış, kulübenin karşı köşesinde, çöplerin ve çeşitli alet edevatın ortasına çöreklenip oturmuştu. Timberlake yaklaşırken yaratıkta altındaki tarayıcıyı çalıştırdı ve konuşmaya başladı.

"Şu işe bak... sen de kimsin?" Ejderha gövdesine oranla bir hayli küçük kalan ellerini yere dayayıp Timberlake'den kaçmak için bir iki adım geriledi.

"Adım Timberlake," dedi Jim. "Arkadaşım ve ben seni kurtarmaya gelmiştik. Biz..."

"Kurtarmak mı?" Kollarını iki yana açarak bağırdı ejderha. "Ah Tanrım! Şükürler olsun! Bu ıssız yerde onca zaman acı çektim, ama nihayet kurtuluyorum artık! Adın ne demiştin? Benimki Yloo."

"Jim Timberlake. Ben bir insanım." dedi Timberlake, yaratığın güçlü ve cırtlak sesi yüzünden hiçbir şey duyamayacak hale gelen kulağını ovuştururken.

"Oh, yiğit dünyalı! Nihayet geldin! Ama, çok geç kaldı, ah çok geç..." Ve ejderha bunları söyledikten sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

"Ne için geç kaldım?"


"Annem..." Ejderha içini çekti, devam edecek durumda değildi. Ağlaması yürek paralayıcıydı. O kadar ki, hiç de duygusal biri olmayan Timberlake'in içinden gidip zavallıcığın başını okşamak geldi. Ejderha, bir bidonu andıran vücudunu ona yaslayıp burnunu çekti.

"Haydi, yapma," dedi Timberlake ne yapacağını bilmez bir halde.

"Affedersin, kusura bakma. Elimde değil. Çok duygusalım, bütün mesele de bu zaten. Doğuştan duygusalım, tıpkı anneciğim gibi."

"Annen kimdi senin diye sordu Timberlake, kafasını değişik şeylerle meşgul etmeye uğraşıyordu.

"Şey," dedi ejderha, "Bir illobardı, tıpkı benim gibi. Ah, ne kadar da güzeldi! Böyle upuzun, bembeyaz dişleri, güçlü pençeleri, muhteşem bir kuyruğu vardı! Ama yüreciği bir çiçeğinki kadar narindi. Bir tüyü düşse, gözünden de bir damla yaş dökülürdü mutlaka."

Demek onu hatırlıyorsun, öyle mi?" Timberlake bu sözleri söylerken bu illobarın az önce gördüğü ve kaza sırasında henüz yumurtasından çıkmamış olan pidden yaşça daha büyük olduğu sonucuna varmıştı.

"Tanrım, hayır! Onun bu sıcak ve sevgi dolu imajını yavaşlatılma odasında bulduğum romantik kitaplarda okuduklarımla yarattım ben." İllobar başını öne eğdi, söyleyeceklerinden utanır gibi bir hali vardı, "Benim... şeyim de o odadaydı... yumurtam da..."

"Tüm bu işlerden hoşlanan bir varlık benim haylimde yarattığım biri gibi olabilirdi ancak. Kabuğumu kırıp çıkar çıkmaz yanı başımda bulduğum o eğitim araçlarımı yanıma bırakan onun sevgi dolu elleri değil miydi sonunda? Elbette."

Ejderhanın gözleri yaşarıyordu yine. "Bütün bunları bir araya getirdin mi aradığın sözcüğü de buldun demektir. ANNE! "Ejderha bu sözleri de söyledikten sonra kendini biraz toparlamak için dik oturdu ve Timberlake'in daha önce pidin masasında kağıt olarak kullanıldığım gördüğü dev yapraklardan birine burnunu sildi. "Acılı geçmişimin bu kadarı yeter. Beni kurtarmaya gelmiştin, haydi gidelim."

"Şey, hemen gidemeyiz," dedi Timberlake, "Küçük bir sorunumuz daha var..." İllobar'a Swenson'u ve yeşil derili yaratıkları anlattı.

"Ne? Bir esir? Hem de hakkında bir hükme varılmış, öyle mi?" diye bağırdı İllobar, öfkeden parlayan gözlerle. "Böyle bir şey mümkün olamaz! Onu hemen kurtarmak lazım! Çabuk!"

Tekrar içeri girdi. İllobar göz göze gelmemeye çalışıyor, kocaman tırnaklarını parlatmak ister gibi kemikli göğsüne sürüp duruyor, bir yandan da bir şeyler mırıldanıyordu.

"Ne oldu? diye sordu Timberlake.

"Şey. ben..." illobar titrek bir sesle. "Düşündüm de onların mızrakları ve daha bir sürü silahları var. Yaralanacağım fikri tüylerimi ürpertiyor."

Timberlake homurdanarak içini çekti ve hemen oracığa oturdu.
"Ah. bu kadar üzülme ne olur." dedi illobar. "Karşımda bu kadar üzgün birini görmeye dayanamam." Timberlake burnundan soluyordu.

"Böyle düşünmemelisin, lütfen. neşelen. Dinle." dedi illobar "Sana. Gother'ın Pxrion'unda Smgna'nın durumunun ümitsiz olduğunu anladığı zaman söylediği dizeleri okuyayım." Büyük bir hevesle tarayıcısına yeni bir mikrospul takıp duyarak, içten bir sesle okumaya başladı: "Yıldızların müjdelediği parlak ümitlerin belirtisidir çocuk sevgisi. Gnrhth'a güvenebileceğimi bilebilseydim, ah bir emin olabilseydim bundan, imzalamaz mıydım o anlaşmayı onunla? Ama sahtekârdan başka biri değilmiş o, mezara gömeceğim anılarını... İşte" dedi illobar bir yandan tarayıcıyı alnına iyice bastırarak, bir yandan da küçük bir fıçıdan kase olarak kullandığı büyükçe bir kabuğa içki boşaltırken. Uzattı, sordu: "Ev yapımı şarabımın tadına bakmak istemez misin?"

Timberlake uzatılan kaseyi istemeye istemeye aldı. İçindekini kokladı. Hafif bir alkol kokusu geldi burnuna, bu renksiz, yağlı içki oldukça ağırdı galiba. Ne olacaksa olsun, deyip içki boğazından aşağı yuvarladı.

Sıvı ateş içini dağladı.
Aynı anda ensesine şiddetli bir darbe yedi.
Hatırladığı en son şey buydu.

Timberlake inleyerek gözlerini açtı. Sabah güneşi mağaranın içlerine kadar giriyordu. Kafası, demircinin dövdüğü demir gibi sızlıyordu, ağzı ise bir deveye kendini evinde hissettirecek kadar kuruydu."O da neydi öyle?" diye mırıldandı. Cevap veren olmadı. Mağara boştu. Zar zor ayağa kalktı, dışarı çıkıp sendeleyerek az ilerideki küçük göle gitti. Yüzüne vurduğu soğuk su aklını başına getirdi.

Yarım saat sonra iyice yıkanıp temizlendikten, ağrıyan başını suyla ıslattığı mendiliyle bağladıktan sonra birdenbire vahşilerin elinde kalan arkadaşı Swenson'ı hatırladı.

Ah. hayır, dedi Timberlake. İçini hapisteki arkadaşı için duyduğu acıma hissi sardı. Sakinleşebildiği an arkadaşını aramaya karar vermişti ama zavallıyı o berbat hücrede bütün gece tek başına unutmuştu işte. Başına yediği o darbenin verdiği sersemlik hissi kendi suçlama duygusuyla karıştı. Swenson'ın hücrede, tek başına çaresiz, korkunç bir sonla karşı karşıya, dost birinin ağzından çıkacak tek bir sözcük duyamadan otururken ki hali gözünün önüne geldi. Suçluluk duygusu içinde titreyen parmaklarıyla vericiyi açtı ve mikrofonu boğazına dayayıp konuşmaya başladı: "Archie!" diye seslendi, "Archie, haydi cevap ver! Beni duyuyor musun? İyi misin? Archie?" Tedirgin, ritmik bir ses yayıldı kulaklarına.

"Archie!" dedi Timberlake, "Tanrım, Archie, ağlama! Yapma böyle!"

"Ağlayan da kim! "diye cevap verdi Swenson'ın hafif cızırtılı gelen sesi."Gülüyorum, gülünce evrende seninle gülüyor. Ağlayınca evrende seninle ağlıyor. Yaşasın! Bu gece beni kızartacaklar, kızartma olacağım, kızartma olacağım! Bu gece dolunay çıkınca kızartma ooo-laaa-caaa-ğııım!"

Bu beklemediği. cevap karşısında kendi derdini unutan Timberlake şaşkınlık içinde bir kez daha seslendi arkadaşına. "Archie? Ne oldu sana? Sana ne yaptılar böyle?"

"Hiçbir şey!" dedi Swenson umursamaz bir sesle."Bana çok iyi davranıyorlar. Bu kocaman hücre artık sadece benim, hem de yemem için bir sürü jübiks veriyorlar..."

"Ne veriyorlar?.."

"Jübiks. Jübiks."

"Jübiks de neymiş?"

"Bilmiyorum," dedi Swenson."Sinirlere iyi geliyor. Jim, kendimi nasıl mutlu hissettiğimi anlatamam. Gevşek,
rahat..."

"Archie, seni salak!" diye bağırdı Timberlake. "İlaç vermişler sana. O jübiks denilen şeyi sakın bir daha yiyeyim deme. Uyuşturucu o!"

"Saçmalıyorsun. Hiçbir şeye, hiç kimseye güvenmezsin zaten. Her zaman tedirgin, şüpheci bir adam oldum. Ama önemli değil. Ne olursan ol, seni severim. Eski dostum, sevgili Jimy, sevgili büyücümüz, sevgili ilacım..." Bu sözler aniden kesilip bir horultu başladı.


"Archie! Archie! Uyan..." Swenson'ın söylediği söz, Timberlake'in sisli bulanık hafızasında yer etmişti. 'Seni bu gece mi pişirecekler, dedin?"
"Zzz, ha, ne? Tabii, bu gece dolunay var. Büyük parti. Beni pişirecekler, gemiyi de havaya uçuracaklar..." "Gemiyi havaya mı uçuracaklar? Archie, neden bahsediyorsun sen?"

"Şey, onlara bir jest şey yapmak istemiştim," dedi Swenson kendini savunurcasına. "Hem zaten o gemiyi bizim kullanmamız artık imkânsız bir şeydi, sen de biliyorsun." Gerisini getirmeye korkar gibiydi. "Bana kızmadın, değil mi Jimy?

Timberlake, buz gibi, titreyen parmaklarıyla radyoyu kapadı. Ter şakaklarından süzülüyordu. Kafasının içinde bir şey zonkluyordu. Bir çare bulmak için beynini zorladı.

Yarım yamalak çözümler işe yaramazdı. Durumu enine boyuna gözden geçirdi. Eğer Swenson'ı da yanına alıp bu gezegenden ayrılmak istiyorsa, bu gece köydeki tören başlamadan harekete geçmesi gerekiyordu. Amma iş! Silahsızdı, yanında bir çift geri zekalı yaratık yavrusundan başka yardım edecek kimse yoktu...

Ama sonra birden az önce büyük darbe yediği kafasında bir şimşek çaktı. Aklına parlak, Makyavelist bir fikir gelmişti.

Elbette ya, dedi Timberlake. Pid ve illobar birer neydi? Sadece küçük yavrular. Pid'in keskin zekası ve illobarın cüssesiydi onu yanıltan. Ama hangi tür olursa olsun farketmez bir aklı başında bir yaratık (a) yaşına göre ne kadar zeki ve başarılı olduğuyla övünmez, (b) annesinin arkasından ağlamazdı.

Hah. dedi Timberlake.

Silah olmadan Swenson'ı kurtarma ümidi yoktu, silahlarda uzay gemisinde kalmıştı. Uzay gemisi -o gece tören olsun ya da olmasın çok iyi korunuyor olmalıydı. Ve Timberlake de silahlı iki gardiyanla tek başına başa çıkabileceğini aklından bile geçirmiyordu.

Ama öte yandan...

Nöbetçileri bir yolunu bulup gemiden uzaklaştırması mümkün değil miydi? Mesela dikkatlerini az ötede çıkacak bir kavgaya çekerek. Daha açık konuşmak gerekirse, bu yaratıklar, bir illobarla bir pidin kavgasını ayırmak üzere gemiden kısa bir süre için de olsa bir uzaklaşmazlar mıydı? Gemiyi kontrol eden kalmadığında Timberlake de hemen kapıdan içeri süzülür, silahlarını alır ve durumu bir anda kendi lehine çevirebilirdi. O iki yavruya gelince, illobarın muazzam bir cüssesi vardı ama Timberlake cesaret konusunda pidin ondan kat kat üstün olduğuna inanıyordu. Tek sorun birbirlerine zarar vermemeleriydi.

Ayağa kalktı. İllobar ortalarda yoktu, ama bacasından tüten titrek dumanı görebiliyordu. Timberlake kurduğu planları yeniden gözden geçirerek taş kulübeye yöneldi.

Kapıyı çaldı.
"Girin," diye seslendi pid, çatlak sesiyle.
Girdi.

"Giderek genişleyen bir evren hakkındaki teorimi yeniden gözden geçirdim," dedi pid gururla."Bir sandalye çek de sana anlatacaklarımı dinle Jim. Eminim çok şaşıracaksın."
"Bir dakika," dedi Timberlake. "Sana bir arkadaşı soracaktım." "Hangi arkadaş?"

"İllobar."


"Arkadaşlık mantık dışıdır." dedi pid. Birden elinde bileği taşını andıran bir taş belirdi, pid bu taşla sivri uçlu burnunu kaşıdı."İllobar beni ilgilendirmiyor. O yaratığın aklı yok."

"Öyleyse beni ne kadar büyük bir hayal kırıklığına uğrattığından bahsetmeme gerek yok." dedi Timberlake kurnazca. "Gemimizi yeniden ele geçirip buradan ayrılmamız ve gezegenimize dönmemiz için harika bir fırsatımız olduğunu ona ona bir türlü anlatamadım."

"Elbette anlatamazsın..." dedi pid. "Neymiş o. gezegenden ayrılmamız için harika fırsat?"

"Haydi canım," dedi Timberlake, "Benimle dalga geçme. Bence neden bahsettiğimi sen de biliyorsun."

"Ehm, şey, tabii, elbette biliyorum," dedi pid şaşkın şaşkın burnunu kaşıyarak. "Yani sanıyorum, evet evet, biliyorum."

"Elbette değil mi? Zaten böyle bir şeyi ilk fark eden de bir pid olacaktı, öyle değil mi? Ee, ne dersin, hemen kalkalım mı?"

"Tabii!" diye bağırdı pid, o çatlak sesiyle. Sandalyesinden indi, "Haydi gidelim, ama dur önce hazırlanmam gerek."

"Korkarım yanına alacakların için gemide hiç yer yok. Medeniyete ayak bastığımızda bu eşyalarının yerine yenilerini alabilirsin nasıl olsa."

"Doğru," dedi pid. Dışarı çıktılar.

Çayırda yürürken illobarın dağların oradaki ormandan onlara doğru geldiğini gördüler. Yeri göğü sarsarak, saatte kırk, elli millik bir hızla dört nala koşuyordu. Timberlake'in tam önünde durduğunda sabah güneşi ortalığı aydınlattığı halde, yaratığın gölgesi etrafı kararttı

"Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu Timberlake'e.

"Arkadaşımı kurtarmaya, gemiyi ele geçirmeye ve gezegenden ayrılmaya."
"Aman Tanrım!" dedi illobar sinirli hareketlerle parmaklarını oynatarak, "Tehlikeli değil mi bu?" "Ne olmuş yani?" dedi Timberlake
"Şey, ben olsam gitmezdim. Güle güle." dedi illobar.
"Görüşürüz," dedi Timberlake."Haydi gel, Agg."

Uzaklaşırlarken."Ah şu illobarlar." dedi pid. "Hiçbir işe yaramazlar. Annemin nasıl olup da bir illobarla yolculuk etmeyi kabul ettiğine şaşırıyorum."

İllobar bir süre arkalarından baktı, şelaleye geldiler ve kayalık yüzeyi aşarak dağdan indiler. Tam vadiye ulaştıkları sırada arkalarında bir ses duydular, illobar koşarak peşlerinden geliyordu.

"Selam," dedi neşeyle.

"Selam," dedi Timberlake de."Bizimle gelmeyeceksin sanmıştık."

"Gelmiyorum zaten. Baktım yanında sadece bu pidin olduğunu gördüm ve gerçek anlamda bir yol arkadaşın olmadığı için yolun bir bölümünde sana eşlik etmek isledim."

"İllobarlar," dedi pid büyük bir öz güvenle, "Bütün herkesin kendileriyle ilgilendiğini sanırlar."

"Pidler," dedi illobar, Timberlake'in öbür kulağına eğilerek, "o kadar bencildirler ki, mide bulandırırlar."


"Oh. öyle mi? Timberlake iki tarafı da yatıştırmak istiyordu. Üç kişilik grup bir parka benzeyen vadideki yürüyüşüne devam etti.

İllobar bu yolu bir saatte, hatta biraz gayret etse daha da kısa bir süre içinde rahatlıkla alırdı. Timberlake için bu yolculuk yaklaşık dört saat sürerdi. Diğerlerinden daha kısa bacakları olduğu için pid bu yolu bir gün içinde zor katederdi. Grup en yavaş üyesinin hızına göre ilerlemek zorunda olduğu için adımlarını pidin adımlarına göre ayarlamışlardı. Böyle bir durumun, zaten bütün gün boyunca matematiğin faydalarından bahsederek kafa ütüleyen pidin konuşmalarını dinlemek zorunda kalan ve zaman geçtikçe kendini daha gergin hissederken Timberlake'in sinirlerini yatıştırdığını söylemek hiç de mümkün değildi. Ha, bu arada boş durmak istemeyen illobar da epik şiirlerden mısralar döktürüyordu. Bilmek bilmeyen yolculuk nihayet sona erdi ve bir tepeyi aşlıktan hemen
sonra köy göründü. Köyün hemen ötesinde de gümüş bir tabağı andıran uzay gemisi görünüyordu.
"Pekala çocuklar," dedi Timberlake, "Bir daire çizip köye geminin durduğu taraftan gireceğiz." "İki nokta arasındaki en kısa mesafe," dedi pid itiraz ederek, "Bir doğru parçasıdır."

"Hiç de değil," diye atıldı illobar. "Daire çizmek gibisi yoktur, şöyle, güzel, kocaman bir daire." diye de ekledi sinirli
sinirli.

Timberlake'in ayağa kalmasıyla bu tartışma kesildi. Diğer ikisi onu takip etti.

Vadide yürümeye başladıkları sırada gölgelerde uzamaya başlamıştı, üç maceracı köyün tam karşısına geldiğinde akşamın alacakaranlığında gözle görülebilen tek şey parlak yüzeyli uzay gemisiydi. Tam o sırada güneş bitti ve güneş ışığı da güneşle beraber yok oldu gitti.

Timberlake içinden bildiği bütün küfürleri etti. Bundan çok daha fazla dikkat etmesi gerekiyordu. Bir süre el yordamıyla ilerledi. Yirmi dakika kadar sonra illobarın gömleğinin kolundan tutup çekiştirdiğini fark etti. Durdu, pide de eliyle durmasını işaret etti.

"Aman Tanrım!" dedi illobar. İşte orada! gördün mü?"

Timberlake binbir güçlükle başını çevirip Yloo'nun eliyle işaret ettiği yöne baktı. İşaret ettiği şeyi görmesi için biraz zorlandı ama görmeyi başardı, illobarın işaret ettiği şey uzay gemisi değil, köyün çitin gerisinden yükselmeye başlayan alevlerin içinde hayal meyal sezilen karanlık bir şekildi.

"Şişş," diyerek uyardı.

Dinledi. Çeviri cihazının sesini sonuna kadar açtı. Uzaklardan mırıltı şeklinde duyulan ve ne dediği anlaşılan fısıltıyı
dinledi:

"... İşte, ertesi akşam yeniden eve gelir ve karısının yine xer eti haşladığını görür. Ve, 'Sana. xer haşlaması sevmediğimi söyledim sanıyordum,' der. Kadın da der ki..."

"Durmamamızın sebebi nedir?" diye sordu pid. Bu tür gecikmeleri mantıksız ve anlamsız buluyorum."

"Şişş," dedi Timberlake. Ama öğrenmek istediği şeyi öğrenmişti. Köyün içinde yakılan ateşten yükselen alevler çitin boyunu aşmaya başlamıştı. Timberlake artık sadece uzay gemisinin karartısını değil, mızraklarına dayanmış, köyün girişinde nöbet bekleyen iki nöbetçiyi de görebiliyordu. Planını uygulayabilirdi artık.

"Bir daire çizip onları arkalarından yakalayacağım," dedi pidle illobara. Cevap vermelerini beklemeden harekete geçti. Karanlığın içinde görülmeyecek kadar ilerlemiş olduğu halde söylemesi gereken şeyi hatırladı ve geri döndü. "İkiniz de sessiz olun. İçinizden biri ne kadar anlamsız laflar ederse etsin, kızıp kavga çıkarmayın"

Timberlake bunları söyledikten sonra konuşmaları duyabileceği bir mesafeye gitti ve çimenlerin üzerine uzanıp atışmaya başlamalarını bekledi. Bîr süre için yavrulardan hiçbir ses çıkmadı. Sonra illobarın kısık sesle verdiği cevap duyuldu:

"Pekiyi, olur. Çıkarmam."


Pid homurdanarak fısıltıyla sordu:

"Ne diyorsun sen? İnsan o sözleri bana söyledi."

"Hayır, bana söyledi! dedi illobar kendine hakim olup fazla ses çıkarmamaya çalışarak. "Benimle konuşuyordu. Seninle nasıl konuşabilsin ki? Senin hakkında konuşmaya değer fikirlerin bile yok."

"Ama içimizde aptal olan tek kişi de sensin"

"Oh!" dedi illobar, "Hayır, değilim!"

"Aptalsın işte! Tıpkı diğer bütün illobarlar gibi sen de aptalsın!"

"Sözünü geri al!" İllobar alçak sesle konuşması gerektiği uyarısına giderek daha az dikkat ediyordu artık. "Böyle söyleyerek çok sevdiğim anneme de hakaret ettin. Seni kendini beğenmiş duygusuz yaratık!"

Sesleri Timberlake'i memnun edecek kadar yükselmeye başlamıştı. Timberlake onları orada bırakıp uzay gemisine yaklaşmak üzere harekete geçti. Yolu yarılamıştı ki, iki gardiyan seslerin geldiği yere bakmak üzere biraz uzağından geçip gitti. Timberlake ayağa kalktı, üzerine bulaşan toprağı silkeledi ve gemiye doğru yürümeye başladı. Silahlar hâlâ bıraktıkları gibi, raflarda duruyordu. Alev silahını kapıp köye doğru yürüdü.

Arkasında ortalığı birbirine katan, yeri göğü inleten, azgın kedilerin kavgasını hatırlatan bir gürültü koptu. Timberlake yüreğinin burkulduğunu hissetti. Planının bu kadar mükemmel işleyeceğini ummamıştı doğrusu. Bunu, daha fazla düşünmemeye çalıştı.

Köye arka taraftan doğru yaklaştı. İkinci girişe gamsız, dalgın bir nöbetçi koymuşlardı, o da köyün diğer sakinleri gibi pidle illobarın kavgaya tutuştuğu yerden yükselen seslere dalmış, o yöne doğru bakıyordu. Timberlake onu tüfeğinin dipçiğiyle bayılttı, kenara bir köşeye çekti ve Swenson'ı aramaya koyuldu. Köyde bir süre esir olarak tutulduğu için neyin nerede olduğunu az buçuk biliyordu. Kulübelerin arasından süzülüp fazla zorluk çekmeden hücrelerin bulunduğu kısıma ulaştı. Swenson, zincirleri çıkarılmış, yere oturmuş yaşlı gözlerle. "Ja. Vi Elsker Dette Landet" şarkısını mırıldanıyordu. Durumu hiç de parlak değildi.

"Archie!" diye fısıldadı Timberlake. arkadaşını omuzundan tutup hafifçe sarsarak. "Haydi, kalk, gidelim buradan."

Swenson boş gözlerle arkadaşına bakarak onun sözlerini tekrarladı: "Buradan gitmek mi? Nedenmiş o Jimmy? Beni nereye götürüyorsun? Kaçmamız, sırf beni yiyebilmek için sabahtan beri kazanlarca su kaynatan bu güzel insanları üzmeyecek mi? Saçmalıyorsun. Bak, şundan bir iç..." Bir şişe içki uzattı. "Bir tadına bak. Bana hak vereceksin." Timberlake, arkadaşının uzattığı şişeyi eliyle itti.

"Archie!" Öfkeden çıldırmak üzereydi."Bırak şunu! Gemiye binip gitmek zorundayız."

Archie çaresizlik içinde güldü. Timberlake kafası yerinde olmayan arkadaşının aklını çekebilecek, ilgisini çekebilecek bir şeyler hatırlamaya çalıştı.

Birden aklına geldi.

"Bekle Archie!" dedi. "Bir fikrim var. Buradan gerçekten gitmeyeceğiz Sadece köyün dışına çıkıp saklanıyormuş gibi yapacağız. Sonra bizi aramaya çıktıklarında birden karşılarına çıkıp onlara diyeceğiz ki..."

"Silahı ben taşıyayım," dedi Swenson büyük bir ciddiyet içinde.

"Kapıdan çıktıktan sonra veririm."

"Hayır, şimdi istiyorum."

"Hayır, Archie, olmaz..."

"Şimdi vereceksin, yoksa seninle gelmem."

Timberlake istemeye istemeye silahı uzattı. Swenson silahı uzattı. Swenson silahı kaptığı gibi en yakın kulübenin damına fırlattı.

"Sürpriz!" diye bağırdı. "Hey, gelin, yakalayın! Sürpriz!"

Kulübelerin arasından bir sürü gölge fırladı. Çok geçmeden Timberlake üzerindeki onca yaratığın ağırlığına dayanamayıp yere yıkılmıştı. Ellerini bağladılar, ayaklarından çeke çeke bir yere sürüklediler. Ayağa kaldırılınca kendini büyücünün karşısında buldu.
"Yeniden bize katılmanız ne güzel," dedi büyücü.
Timberlake kendinden geçti.

Kendine geldiğinde Swenson'la birlikte, içinde yağlı bir su kaynamakta olan bir kazanın karşısına bağlanmış olduğunu gördü. Kazandan yükselen tuhaf koku yüzünden rengi bembeyaz oluverdi.

Şamana dönerek, "Bunu yapamazsınız!" diye bağırdı.

Tam arkasında duran şaman, "Neden yapamayacak mışız?"diye sordu.

"Çünkü... çünkü eğer bize dokunacak olursanız yüzlerce gemi içinde yüzlerce şeytan gelir buraya. Sizin... köyünüzü yakıp yerle bir ederler. Sizi yeniden psiko-koşullandırmaya tabii tutarlar, toplum düzeninizi kendi bildikleri gibi yeni baştan belirlerler..."

"Boş versene!" dedi şaman, "Bütün şeytanlar pişirilmeden önce böyle söylerler. Bunlar bizi korkutmayacak boş tehditler."

"Boş tehditler değil!" diye haykırdı Timberlake. "Bizi hemen serbest bırakın, yoksa... hepinizi lanetlerim. İmpşi bimpşi..."

"Sevgili bay Şeytan," diye söze başladı şaman, "Boşuna uğraşıyorsunuz. Çabalarınız yüreklerimizi parçalıyor. Alın biraz şundan için."

Timberlake şamanın elinde tuttuğu ve içinde şuruba benzer bir içecek duran şişeyi bir darbeyle yere devirdi.

"Yüce ruhlar, yardım edin bana!" Timberlake aynı anda uzaktan gelmekte olan kavga seslerinin kesildiğini fark etti. Böyle bir şey mümkün olabilir miydi? "İmdat! Yloo!" Olanca gücüyle bağırıyordu."Agg! Yardım et! İmdat!
İmdaaat!"

"Kes şunu şeytan!" diye bağırdı şaman.
Köyü çevreleyen çitin bir bölümü gürültüyle yıkılıp yere devrildi. "Biri beni mi çağırdı?" diye sordu girişte beliren illobar.

"Şeytan, işte orada!" diye bağıran şaman illobara bir mızrak fırlattı. Mızrak, illobarın zırh kaplı göğsüne çarpıp yere düştü.

"Pöh!" dedi illobar kendinden emin bir tavırla. "Böyle ufak şeyler beni korkutmaz." Ateşe yaklaştı. Timberlake, sivri burunlu pidin de illobarın yanında olduğunu, ejderhaya benzeyen yaratığın boynu sarılıp onunla birlikte gelmiş olduğunu, ejderhaya benzeyen yaratığın boynuna sarılıp onunla birlikte gelmiş olduğunu görünce daha da şaşırdı.

"Bir şeyiniz yok ya?" diye sordu pid, biraz utanmış gibiydi. "Daha önceki davranışlarımızı bağışlarsınız umarım."

"Sana gelince," dedi illobar, öfkeyle şamana dönerek. Yoksa çıkıp kulübelerinizin üstüne oturmamı mı istersin?
Birer birer, bak, işte böyle..." Bir tanesinin üzerine oturmasıyla kulübenin gürültülü bir biçimde parçalanıp çökmesi bir oldu.

"Hayır, hayır," dedi şaman. "Söylediğin gibi olsun, şeytan. Yeter ki bir an önce git buradan." Yeşil rengi o kadar solmuştu ki, neredeyse bembeyazdı artık.

"Ben pişirilmek istiyorum ama," dedi Swenson itaatkâr bir sesle.

"Ona aldırma sen," dedi Timberlake, illobara. "Ne söylediğinin farkında değil. Eğer taşıyabilirsen onu kucağına alıver, evet, işte öyle. Teşekkür ederim."

"Hatta beni de kucağına alsan... ve biraz hızlansak iyi olacak." dedi Timberlake.

Ayaklarının yerden kesildiğini ve iyice yükseklere havalandığını hissetti, rüzgar kulaklarını yalayarak esiyordu. Kendini bir anda uzay gemisinin girişinde buldu.

Timberlake kilidi açmaya çalışan illobarın kucağından indi ve doğruca kumanda odasına daldı. Onsekiz saniye sonra KAPI KİLİTLENMİŞTİ. Kırmızı panelde bir ışık yanıp sönüyordu. Gemi havalandı.

Kumanda odasında Timberlake'in arkasından bir ses geliyordu. Timberlake gemiyi otomatik pilota bağlayıp arkasına döndü. Hâlâ ensesinde yapışık duran pidle illobar da içeri girmişti.
"Arkadaşını uyusun diye kamarasına yatırdım," dedi illobar. "Doğru yaptım mı acaba?" "Harika," dedi Timberlake. ayağa kalktı, yaratıklara bakıyordu.
"Bir bakalım," diye mırıldandı, "Eğer şuraya uzanırsınız gider bir levye bulurum ve..." "Levye mi?" dedi illobar.

"Şey, ikinizi ayırmak için," dedi Timberlake. Yoksa bir pot mu kırmıştı? "Siz ikiniz birbirinize yapışmamış mıydınız?"

"Aman canım," dedi illobar da." Kutsal ayin sonucu bir araya gelip beraber yaşamaya başlamamız an meselesiydi zaten. Küçük illobarlar ve pidler birbirlerine duydukları sevgi ve bağlılığın bir göstergesi olarak bir araya gelmeden önce kavga ederler hep."

"Ama Yloo..." diyecek oldu Timberlake.

"Hayır, hayır, anlamıyorsun." dedi illobar."Şu andan itibaren ben tam anlamıyla Yloo değilim, o da Agg değil. Biz bir bütünün parçalarıyız artık. Adımız da Aggyloo, biz artık bir pidillobarız."

"Senin anlayacağın, simbiyotik bir birleşme bu, " dedi pid, o çatlak sesiyle. "Uyum içinde bir benliğin ruhsal, duygusal ve bedensel birlikteliği."

"Oh! Öyle mi?" diye sordu Timberlake.

"Evet," dedi pidillobar Aggyloo. Kocaman kalçalarını yere yaya yaya burnunu okşayıp sıvazlayarak tiz, çatlak sesiyle konuşmasını sürdürdü: "Eğer annelerimin birbirlerine olan bağlılığı olmasaydı, bu noktaya gelmeyi ikimiz de başaramazdık. Ama annelerim ne yapacaklarını çok iyi biliyorlardı. Senin gibi birinin bizi kurtarmaya geleceğim hesaplamışlardı. Görüyorsun. annelerim... "

Gordon R. Dickonson

Fantezi Dünyası - Fantastik Resimler - Fantastic Pictures * Orta Dünya,Bilimkurgu,Mitoloji ** Science Fiction - Middle-earth

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Fantastik Orta Dünya (fantastic middle earth) Fantastik Edebiyat Bilim Kurgu