Sen de İzle!

5 Aralık 2011 Pazartesi

Gümlemeyen Tabanca - Robert Sheckley (Kısa Öykü)

Gümlemeyen Tabanca - Robert Sheckley (Kısa Öykü) Gümlemeyen Tabanca

Bir dal mı çatırdamıştı? Dixon çevresine bakındı ve bir gölgenin çalılıklarla kaynaştığını gördüğünü sandı. Birden sanki donmuş gibi durdu ve ağaçların yeşil gövdelerinden geriye baktı. Mutlak beklentili bir sessizlik hakimdi. Gökyüzünde bir leş yiyicisi sıcak tavayla birlikte daha yükseklere tırmanıyor, umarak ve bekleyerek güneş yanığı araziyi süzüyordu.

Nick Dixon, hafif, sabırsız bir soluk duydu arkasındaki çalılıktan. Artık izlendiğini biliyordu. Daha önce yalnız tahmin etmişti. Demek ki o, görünmez, hayali biçimleri kendisi hayal etmemişti. İşaret istasyonuna gidişinde onu rahat bırakmışlardı. Onu izlemiş ve düşünmüşlerdi. Şimdi ise denemek istiyorlardı.

Silahı kılıfından çıkarıp emniyeti kontrol ettikten sonra yerine koyup yürümeye devam etti.

Yine bir soluma duydu. Herhangi bir şey sabırla onu takip ediyordu. Herhalde çalılıkları terk edip ormana girmesini bekliyordu. Dixon sırıtıyordu. Hiçbir şey onu tehdit edemezdi. Silah ondaydı. Uzay gemisinden onsuz uzaklaşmaya asla cesaret edemezdi. Yabancı bir gezegende insan öylesine rahat dolaşamazdı. Ama Dixon bunu rahatlıkla yapabiliyordu. Çünkü belinde, yürüyen sürünen, uçan veya yüzen her şeye karşı mutlak koruyucu olan tabancayı taşıyordu.

Tekrar arkasına bakındı. Elli metre yakınında üç hayvan görünüyordu. Bu uzaklıktan köpeğe ya da sırtlana benziyorlardı. Öksürüp sinsice ilerlemeye devam ettiler.

Yavaşça silaha dokundu, ama kullanmamaya karar verdi. Yaklaştıklarında yeterince zaman olurdu.

Dixon heybetli bir göğüs kafesine sahip, geniş omuzlu, kısa boylu bir adamdı. Saçları karışık ve sarışındı. Uçları yukarı burulmuş bir sarı bıyığı vardı. Bu bıyık güneş yanığı yüzüne açık vahşi bir anlatım katıyordu.

Kendisini en çok dünyanın bar ve meyhanelerinde rahat hissediyordu. Kirli haki elbiseler giyinmiş olarak oralarda yüksek ve savaşçı bir sesle içkiler ısmarlayıp, arkadaşlarına ince çelik mavisi gözlerle bakabiliyordu. İçki arkadaşlarına hafif horlayıcı bir ifade ile bir Sykes iğne tabancası ile bir üçnokta tabancası veya Mars'ın boynuzlu bir Adleper'i ile Venüs'ün Scom'u arasındaki farkı anlatırken zevk duyuyordu.

Hatta Rannar'ın boynuz tankı insana sık çalılıktı bir yerde saldırdığında ne yapılması gerektiğini ya da kanatlı şimşek uçakların bir saldırısının nasıl defedileceğim de açıklıyordu.

Bazılarına göre Dixon bir palavracıydı, ama onu kızdırmaktan da çekmiyorlardı. Başkalarıysa onu abartılı beğenmişliğine rağmen takdir ediyorlardı. Bunların kanısına göre onda yalnızca çok aşırı güven bulunmaklaydı. Ancak ölüm ya da yaralanma bu eksiği giderecekti.

El silahları Dixon'un hastalığıydı. Ona göre Amerika Birleşik Devletleri'nin kuruluşu yay-ok ile kırkdörtlük Colt'un savaşımına dayandırılabilirdi. Peki, Afrika? Tüfeğe karşı mızrak: Mars? Üçnokta silaha karşı dönerbıçak. Hidrojen bombaları şehirleri yok edebilirdi. Ama bireysel savaşçılar küçük silahlarla araziyi fethetmeliydi. Her şey bu kadar basitti. Öyleyse belirsiz ekonomik, felsefi ya da politik açıklamalar aramaya gerek var mıydı?

Silaha gerçekten güveni vardı elbet. Yarım düzine köpeksi hayvanın ilk üçüne katıldıklarını fark etti Dixon. Artık saklanmıyorlardı. Dilleri dışarı sarkıyor ve arayı hızla azaltıyorlardı. Ateş etmek için biraz daha beklemeye karar verdi. Şok etkisi daha büyük olurdu böylece.

Dixon'un birçok mesleği olmuştu. Araştırmacı, avcı, madenci, astroitçi... Şans ona gülmüyordu. Kayıp kente ilk giren, ender hayvanı ilk vuran ya da maden damarını ilk bulan hep başkası oluyordu. Aksi talih, ama acaba değiştirebilir miydi? Şimdi ise radyo istasyonları işiyle görevliydi. Ve bir düzine kadar ıssız gezegendeki yayın istasyonlarını denetliyordu.

Ama öncelikle mükemmel silahın ilk pratik denemesini yapıyordu. Bulucuları bu silahın standart donatım haline geleceğini umuyorlardı. Dixon bununla bazı kurallar koyabileceğini umuyordu.


Yağmur ormanın kenarına ulaşmıştı. Gemisi yaklaşık iki mil ilerde ağaçsız küçük bir alandaydı. Ormanın kasvetli gölgesine ayak baslığında ağaç hayvanlarının heyecanlı seslerini duydu. Mavi ve portakal renkliydiler. Ve onu ağaç tepelerinden dikkatle izliyorlardı.

Arazi Dixon'a Afrika'yı anımsatıyordu. Büyük baş bir-iki hayvana rastlayıp mumya başlara sahip olmayı düşlüyordu. Arkasındaki vahşi köpekler yirmi metreye kadar yaklaşmışlardı. Gri ve kahverengiydiler. Terierre büyüklüğünde ama sırtlan dişliydiler. Bazıları önünü kesmek için dalıp içeri doğru koşmuşlardı.

Onlara silahı göstermenin zamanıydı. Dixon onu kılıfından çıkarmıştı. Silah tabancaya benziyordu ve oldukça ağırdı. Dengesi de kötüydü. Bulucuları ilerki modellerde ağırlığı azaltıp daha ergonomik yapmaya söz vermişlerdi ama Dixon onu böyle daha çok beğeniyordu. Bir an ona hayranlıkla baktı ve daha sonra emniyeti açıp tek atışa ayarladı.

Sürü uzun sıçrayışlarla üzerine doğru geliyordu. Dixon kayıtsızca nişan alıp ateş etti. Silah çok az vızıldadı. Önündeki yüz metre orman kayboluverdi.

Dixon ilk çözücüyü ateşlemişti.

İki santimetrelik bir ağız açıklığından maksimum dört metrelik çapa çıkmıştı ışığın genişliği. Yüz metre uzunlukta ve bel seviyesinde bir açıklık belirdi ormanda. Bunun içinde artık hiç bir şey yoktu. Ağaçlar, böcekler, bitkiler, çalılar, vahşi köpekler ve kelebekler -her şey- kaybolmuştu. Atış çizgisine bakan dallar sanki üzerlerinden bir tıraş bıçağı geçmiş izlenimi veriyordu.

Bu atışla köpeklerden en az yedi tanesini vurduğunu tahmin etti Dixon. Yarım saniyelik bir patlamayla yedi köpek. Projektil silahlarındaki gibi sapma ya da yörünge sorunları yoktu. Doldurmaya da gerek yoklu. Çünkü onsekiz saat yetecek kadar enerjisi vardı. Silahını kılıfına sokarak yürümeye devam etti.

Orman sessizdi. Hayvanlar bu yeni tecrübeye uyum sağlamaya çalışıyorlardı. Kısa bir süre sonra ilk şaşkınlıklarını atan bu portakal renkli ağaç hayvanları daldan dala sallanmaya yeniden başladılar. Leş yiyicisi şimdi daha alçaktan uçuyor, uzaktan kara renkli başka kuşlarda geliyordu. Ağaçlığın. içine gizlenmiş olan köpeklerin soluklanın duyuyordu Dixon. Acaba yeniden cesaret edebilirler miydi?



Ettiler.

Lekeli, gri bir köpek tam arkasındaki çalılıktan fırladı. Tabanca vızıldadı. Köpek sıçrarken kayboldu ve ağaçlar aniden oluşan bu boşluğa hava hücum ederken hafifçe titrediler.

Bir köpek daha saldırdı. Dixon onu da çözdü. Kaşlarını çattı. Hayvanlar aptal değildi. Ona ve silaha karşı çıkmanın olanaksız olduğunu niye kavrayamıyorlardı? Tüm galaksideki hayvanlar silahlı bir adamdan sakınılması gerektiğini çok çabuk öğrenmişlerdi. Bunlar kör müydü?

Birdenbire üç köpek farklı yönlerden fırladı. Dixon. otomatiği sallayarak dönen bir adam gibi biçti köpekleri. Çevrintili, parlayan bir toz bulutu doldurdu boşluğu.

Dikkatle dinledi. Orman hafif soluma sesleriyle dolu gibiydi. Başka sürülerde ava katılıyorlardı anlaşılan. Niye anlamıyorlardı?

Dixon birden durumu kavrayıverdi. Anlayamıyorlardı: çünkü ders çok fazla incelikliydi. Silah tek bir ses olmaksızın hızlı ve çabuk bir biçimde çözüyordu. Vurduğu köpeklerin çoğu kayboluyordu. Acıyı hissetmiyor, ulumuyor, bağıramıyorlardı.

Ne yeni bir merminin tıklaması vardı, ne barut kokusu ve en önemlisi de onları korkutacak, kuvvetli bir gümlemenin eksikliğiydi. Öldürücü bir siktirin olduğunu anlayacak kadar akıllı değillerdi belki de. Belki nelerin olup bittiğini bilmiyorlardı. Belki de çaresiz olduğumu düşünüyorlardı.

Alacakaranlık ormanı daha bir hızla geçiyordu. Bir tehlike yoktu aslında. Silahın öldürücü olduğunu bilmiyor olmaları etkisini değiştirmiyordu. Yine de yeni modellerde bir ses çıkarıcının olması için diretecekti.

Ağaç hayvanları cüretlenerek alt dallara kadar iniyor ve pençeleriyle nerdeyse başına kadar değiyorlardı. Herhalde etoburlar diye düşündü Dixon. Otomatiğe aldığı silahla ağaç. tepelerinden büyük parçalar kesti. Hayvanlar bağırarak kaçıştılar. Yaprak ve küçük dallar yağıyordu. Köpekler bile kısa bir süre için ürktüler. Havadan düşen yıkıntılardan sakınıyorlardı. Dixon sırıtırken düşen bir dal yüzünden yere yuvarlandı, büyük bir daldı sol omuna çarpan. Silah elinden savruldu. Hâlâ otomatikteki silah on metre ileride ateş aldı ve bir-iki metre önündeki çalıları uçurdu.

Dalın altından kendini kurtaran Dixon silaha atıldı ama bir ağaç hayvanı ondan daha önce davranarak silaha sahip oldu. Dixon kendini hızla yere attı ama bir yandan da çözücüyü başının üzerinde sallayan hayvanı izliyordu. Koskoca ağaçlar çözülüp yere yıkılıyordu. Çözücünün dalgaları yere hendekler açtı. dallar ve yapraklar havayı kararttı. Önüne düşen bir ağaç yüzünden geriye sıçrayan Dixon'ın başını sıyırdı yeni bir ışın demeti.

Tüm ümidini yitirdiği sırada vızıldayan silahı merak eden hayvan namluyu kafasına doğru çevirdi ve anında kafası yok oldu.

Dixon bir başka hayvana şans tanımamak için sıçrayarak silaha atıldı ve silahın otomatiğini kapattı.

Geri gelen birkaç köpek onu dikkatle izliyorlardı. Dixon ateş etmeye cesaret edemiyordu. Elleri öylesine titriyordu ki, tehlike köpeklerden daha çok onun için geçerliydi. Dixon silaha karşı daha çok saygı duyuyordu. Ve biraz da korku. En azından köpeklerin korkuttuğundan çok daha fazlası. Görünüşe göre ormandaki yıkıntıyla çözücü arasında bir bağlantı kurmuyorlardı; Her şeyi ani ve vahşi bir fırtına gibi görmüşlerdi herhalde. Ama fırtına dinmişti. Şimdi yine av zamanıydı.

Dixon şimdi dik ağaçlıktaydı ve yol almak için ateş ediyordu. Köpekler onu iki yandan adım adım izliyorlardı. Ağaçlıklara rastgele ateş ediyor, bazen bir köpeği vuruyordu. Onu sıkıştıranlar bir düzine kadar vardı.

"Lanet olsun!" diye düşündü Dixon. "Kayıp olanları saymıyorlar mıydı?"

Sonra da büyük bir olasılıkla saymadıklarını kabul etti.

Savaşarak ilerliyorlardı. Uzay gemisine çok kalmamıştı. Ağır bir kütük patikada yalıyordu. Üzerinden geçti.

Kütük hiddetle hareket etti ve bacaklarının altında kocaman çenelerini açtı. Körlemesine ateş etti Dixon. Üç saniye kadar tetiğe asıldı, kendi ayaklarını kıl payı ıskaladı. Hayvan kayboldu ve sendeleyen Dixon kendi kazdığı çukura düştü. Kötü düştü ve bileğini burktu. Köpekler bu esnada çukurun çevresine gelmişler ona doğru hırlayıp güdüyorlardı. "Sakin ol." dedi kendi kendisine Dixon. Hayvanları iki ateşle çukurun kenarından temizledi ve çıkmayı denedi. Çukurun kenarları fazla dik ve cama dönüşmüştü. Çılgınca tekrar, tekrar denedi, gücüne dikkat etmeden. Sonra vazgeçti ve düşünmeye zorladı kendisini. Bu delikte olması silahın suçuydu. Yine aynı silah çıkartabilirdi onu buradan. Çukurdan dışarıya hafif eğimli bir rampa açtı.

Sol topuğu neredeyse taşıyamıyordu onu. Omuzundaki acılar daha kötüydü. Dal omuzunu kırmış olmalıydı. Dixon bir sopayı koltuk değneği olarak kullanıp, topallamaya devam elli.

Köpekler pek çok kere saldırdılar. Dixon yine hepsini çözdü. Ama silahı tutan sol eli ağırlaşıyordu. Leş yiyici kuşlarda düzgün kesilmiş köpekleri yiyebilmek için aşağıya pike yapıyorlardı. Dixon bilincinin kenarına karanlığın yerleştiğini hissediyordu. Karşı koydu. Köpekler pusudayken bayılmamalıydı.

Gemi görünürdeydi. Beceriksizce yürümeye başladı ve anında düştü. Köpeklerden bazıları atıldı. Ateş ederek onları ikiye böldü. Sağ çizmesinden de bazı parçalar koptu. Sonra toparlandı ve yürümeye devam etti. "Ne silah," diye düşündü. Herkes için tehlikeli, hatta kullanıcısı için bile. Bulucularının karşısında olmasını istedi. İnsan nasıl olur da 'Gümlemeyen Tabanca' yapardı?


Uzay gemisine vardı. Kapıyla uğraşırken köpekler çevresini sardı. Dixon en yakın ikisini çözüp, içeri sendeledi. Tekrar gözleri kararırken boğazından yukarı bulantının yükseldiğini hissetti. Son gücüyle kapıyı kapadı ve oturdu. Sonunda güvendeydi. Sonra hafif solumayı duydu.

Köpeklerden birisi içeri girmeyi başarmış ve kilitli kalmıştı. Ağır silahı kaldırmak için kolu çok güçsüz gibi görünüyordu. Ama Dixon onu zorla yukarı kaldırdı. Az ışıklı gemide neredeyse görünmeyen köpek saldırdı.
Bir anlık dehşet içinde, tetiği çekemeyeceğini düşündü. Köpek boğazındaydı. Refleks elini çalıştırmış olmalıydı. Köpek bir kez uludu ve sustu. Dixon bilincini kaybetti. Tekrar kendine geldiğinde, uzun süre yerde yatıp hâlâ yaşıyor olmanın rahatlatıcı hissini tattı. Birkaç dakika dinlenmek istiyordu. Sonra bu yabancı gezegeni ardında bırakıp bir Dünya barına yönelecekti. İlk olarak kafayı çekmesi gerekiyordu.

Ondan sonra bu silahı bulan kişiyi arayıp, ona bu buluşunu en iyi bir biçimde tanıtmak istiyordu. Tabancayı boğazından içeriye doğru sokacaktı, tabii emin olarak.

Yalnızca çılgın bir cani gümlemeyen bir tabanca bulabilirdi. Ama bu bekleyebilirdi. Şimdilik yaşamak ve güneşte yatmak bir zevkti...

Güneş? Bir uzay gemisinde?

Doğruldu. Ayaklarının dibinde köpeğin bir ayağı ve kuyruğu duruyordu. Daha arkada, uzay gemisinin duvarından dikkate değer zik zak biçimli bir boşluk kesilmişti. Yaklaşık sekiz santimetre genişliğinde ve bir metre uzunluğundaydı. Güneş ışığı aradan süzülüyordu.

Dışarıda dört köpek uyluklarında oturuyor ve içerisini gözlüyorlardı. Son köpeği öldürürken gemiyi delmişti. Sonra gemide başka kesikler fark etti. Onlar nereden kaynaklanıyordu?

Gemiye geri dönüş yolunda son bir iki atış denk gelmiş olmalıydı. Kalktı ve kesikleri inceledi. Bazen hislerinin takip ettiği bir soğukkanlılıkla, "Zarif bir çalışma." diye düşündü. "Evet, gerçekten çok zarif."

Burada bölünmüş kontrol kabloları vardı. Eskiden radyo bulunmaktaydı aynı yerde. Bir keskin nişancıyı şöhrete ulaştıracak olan tek atışla hava su tanklarını zımbalamayı başarmıştı. Ve işle gerçekten başarmıştı. Yandan küçük bir atış. yakıt bağlantısını kesmişti. Yakıt yerçekimi kanunlarına uymuş, geminin çevresinde bir birikinti oluşturmuş ve sonra toprağa akmıştı.

Buna hiç niyetlenmemiş bir kişi için hiç de fena değildi. Bir kaynak cihazı ile daha iyisini yapamazdım.

Aslında bir kaynak cihazı için uzay gemisinin duvarları çok sertti ama sevgili silahı için bir engel olamazdı.

Bir yıl sonra Dixon aramadığından dolayı, eğer geriye bir şey kalmışsa gömmek ve silahı bulup geri getirmek için bir ekip geldi. Kurtarma gemisi, Dixon'un uzay gemisinin yanına indi. Mürettebat uzay gemisinin kesilmiş ve oyulmuş gövdesine baktı ilgiyle. "Bazı insanlar," dedi mühendis. "Tabanca kullanmayı başaramaz." "Ne demezsin." dedi şef pilot.

Yağmur ormanından bazı tıkırtılar geldiğini duydular. Oraya vardıklarında Dixon'un ölmemiş olduğunu fark ettiler. Üstelik çok canlıydı ve çalışırken şarkı söylüyordu.

Çevresinde sebze bahçesi olan bir tahta kulübe yapmıştı kendisine. Bahçeyi bu tahta duvar çevreliyordu., Dixon adamlar yaklaşırken, çürümüş olan bir kazığın yerine yenisini çakmakla meşguldü.

Adamlar biri şaşkın bir şekilde."Yaşıyorsun!" dedi.


"Hem de nasıl." dedi Dixon duvarı dikerken. Daha sonra devam elti. "İğrenç hayvanlar şu köpekler. Ama onlara biraz saygı öğrettim."

Dixon sırıttı ve hemen uzanılabilecek uzaklıktaki duvara asılı yaya dokundu. Kurumuş, esnek tahtadan kesilmişti. Yanında ok dolu bir sadak duruyordu.
"Arkadaşlarından birkaçını böğründe okla geziniyor görünce," dedi Dixon, "Saygı duymaya başladılar." "Ama silah?" diye sordu şef pilot.

"Ha. evet, silah!" diye seslendi Dixon gözlerinde delice neşeli bir ışıltıyla. "Onsuz sağ kalamazdım."

Robert Sheckley

Fantezi Dünyası - Fantastik Resimler - Fantastic Pictures * Orta Dünya,Bilimkurgu,Mitoloji ** Science Fiction - Middle-earth

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Fantastik Orta Dünya (fantastic middle earth) Fantastik Edebiyat Bilim Kurgu