Sen de İzle!

18 Ağustos 2011 Perşembe

Arthur C. Clarke ve 2001

Arthur C. Clarke ve 2001 Arthur C. Clarke
Arthur C. Clarke ve 2001

20. yüzyılın en yaratıcı filmlerinden birine konu olan "2001: Bir Uzay Efsanesi" adlı kitabın yazarı Arthur C. Clarke...


"Maymun adamlardan günümüze, insan türünün her üyesine, dünya büyüklüğünde cennet ve cehennemi verecek kadar bir yer vardır kuşkusuz gökyüzünde. Ama, uzaklık engelleri parçalanıyor; bir gün bizim denklerimiz ya da efendilerimizle karşılaşacağız yıldızlarda.
İnsanoğlunun bu olasılıkla yüz yüze gelmesi uzun zaman almıştır; bazıları, asla gerçek olmayacağını umut ediyor. Artan bir çoğunluk ise, hep şu soruyu soruyor: Neden biz uzaya gitmeye cesaret ettiğimizden beri bu tür buluşmalar gerçekleşmedi? Gerçekten de, neden? İşte bu çok makul sorunun olası yanıtlarından biri elinizde. Ancak, lütfen unutmayın: Bu, yalnızca kurmaca bir eserdir. Gerçek, her zaman olduğu gibi, çok daha tuhaf olacaktır."

Arthur C Clarke, "2001: Bir Uzay Efsanesi" adlı kitabının önsözünde böyle diyordu. 1964'ün ilkbaharında, Ay'a iniş geleceğe ait bir hayal gibi görünürken, bu kitabı yazmaya karar vermişti. Geleceği önceden tahmin etmek zorundaydı... 84 yaşındaki Clarke, bugün Sri Lanka'nın başkenti Colombo'daki evinde yaşıyor ve gelecek hak-kında düşünmeye devam ediyor. Kendi ağzından anılarıyla süslü yaşam öyküsü, bilinen yazar kişiliğinin arkasındaki bilim adamını ortaya koyuyor. 1917'de doğan Arthur C. Clarke, Somerset'teki "West Country" çiftliğine getirildiğinde, bir gün kendini yıldızlara ve bilimkurguya adayacağını tabii ki bilmiyordu. Eğer hayatı planlandığı gibi sürseydi, büyük bir olasılıkla çobanlığa devam edecek, Somerset dı-şında hiç kimse onun adını ve 2001 yılıyla ilgili kehanetlerini duymayacaktı.

Çiftliğin tüm işlerini annesi Nora görüyordu. Çünkü babası Charles'ın Birinci Dünya Savaşı sırasında aldığı zehirli gaz yaraları bir türlü kapanmamıştı. Kız kardeşi Mary ve erkek kardeşleri Fred ile Michael da, annelerine yardımcı oluyorlardı. Kısa bir süre sonra, Arthur'ün hünerlerinin sadece koyun gütmekle sınırlı olmadığı ortaya çıkacaktı.


2001: Bir Uzay Efsanesi

Genç bir delikanlıyken yerel postanede çalışmaya başladı. O günlerde operatörler, telefon konuşmalarını büyük bir panel üzerindeki tellerin ve fişlerin yardımıyla sağlıyorlardı. Telgraf mesajları hâlâ yaygındı ve Genel Posta Teşkilatı (GPO), Britanya'nın tüm iletişim ağını elinde tutuyordu. 1936'dan itibaren elektronik bilimi konusundaki uzmanlığı, savaşa hazırlanan ülkesi için bir değere dönüşmüş ve Kraliyet Hava Kuvvetleri'nde subay olarak göreve başlamıştı.
Boş vakitlerinde, teknolojinin daha barışçıl amaçlarla kullanılması için düşler kurardı. Bu amaçla, bir grup bilim adamının, uzaya yolculukla ilgili teorik olasılıkları araştırdığı İngiliz Gezegenlerarası Derneği'ne (BIS) üye olmuştu.
Bu dernekte, kâğıt üzerinde de olsa, Ay'a iniş mekiğinin tasarlanmasına büyük katkıda bulundu. "Uzak bir gelecekte, yerçekimi kuvvetinin aşılacağına ya da nükleer motorların kullanılacağına ilişkin tek çılgın fikir yoktu. Biz fikirlerimizi dönemin teknolojik özelliklerine dayandırıyorduk." Bu yaklaşımın sonucunda da, roket motorlarıyla itilen ve yön bulmak için optik sekstantı kullanan mekiği tasarlamışlardı. Clarke, II. Dünya Savaşı'nda Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne ait bombardıman uçakları için radar güdümlü iniş sistemlerini geliştirmişti. Ancak, 1945 yılında en çarpıcı ve ünlü öngörüsüyle gündeme gelecekti. Elektronik bilimiyle ilgili Wireless World gazetesine gönderdiği bir makalesinde, Dünya dışından yollanacak sinyallerin tüm yerküreye yayılabileceğini açıklıyordu. Çalışması, bugünün uydu iletişim teknolojisini tanımlıyordu. "Bu maka-lem, gazeteyi pek memnun etmemişti. Çünkü, bunun bilimkurgu olduğunu sanmışlardı."
Clarke, ekvatorla aynı düzlemde, 35.000 km. yükseklikte batıdan doğuya hareket eden, yerkürenin hareketiyle eşzamanlı bir uydunun, dünyanın 24 saatte tamamladığı dönüş hızını koruyacağını ileri sürmüştü. Uydu, yerden bakıldığında sabit durduğu izlenimini verecekti. Bunun yanı sıra, yörüngeye eşit aralıklarla oturtulmuş üç uydu, küresel radyo bağlantısını sağlayabilirdi. "Bugün, insanlar bana iletişim uydularının babası gözüyle bakıyorlar. Ancak bu çok da adil değil, ben yalnızca fikri ortaya at-tım." Ne var ki, ileri sürdükleri, bilim adamlarını harekete geçirmiş ve iletişim uyduları fikri gerçeğe dönüştürülmüştü.

Clarke'ın tek hatası, bu uyduların bakımlarının yapılması ve işletilmesi için insan gücüne ihtiyaç duyulacağını belirtmesiydi. "Elekronik cihazların bu kadar küçüleceğini tahmin edememiştim."

Modern uydular da hayal ettiğinden çok daha küçük yapılacaktı.Oksijen tüpüyle dalgıçlık macerası için gittiği Seylan, tüm yaşamını değiştirecekti. Adanın çevresini saran tertemiz sulardaki dalışlar sırasında çok etkilenmiş ve 1959 yılında üretkenliğini kamçılayan bu ülkeye yerleşmeye karar vermişti. Her dakikasını dalarak, batıkları inceleyerek, hazineler bularak ve deneyimlerinden yola çıkarak fikirler, kitaplar üreterek geçiriyordu. "Dalmak, bana uzayda ağırlığımdan arınarak salınmak gibi geliyordu."
İlerleyen yaşı ve çocuk felci sonrası sendromları nedeniyle güçsüzleşen bedeni, artık dalmasına izin vermiyor. Clarke, bugün 83 yaşında olmasına rağmen, hâlâ hayat dolu ve parlak zekâsından hiçbir şey yitirmemiş durumda. Ancak, gün geçtikçe artan şikâyetleri yüzünden, günün büyük bir bölümünü yatarak geçirmek zorunda. Vazgeçemeyeceği fiziksel etkinlikler de var kuşkusuz. Her gün öğleden sonraları, tekerlekli sandalyesiyle Colombo Country Club'a götürülüyor ve düzenli olarak masa tenisi oynuyor. Bir eliyle, masa yardımıyla sağa sola hareket ediyor; diğer eliyle de raketi tutuyor. Tüm rakiplerine karşı, çoğu zaman da üstün geliyor.

Clarke'ın tanınan imajının ardında gerçek bir bilim adamı ve araştırma ruhu yatıyor. Ancak o daha çok, yazdığı bilimkurgu romanlar, kısa hikâyeler ve senaryosunu yönetmen Stanley Kubrick'le birlikte yeniden yazdıkları "2001: Bir Uzay Efsanesi" adlı destansı filmle tanınıyor.
Clarke, 1960'lı yılların ortalarında, Kubrick'le çalışırken, New York ve Londra'da yaşamak zorunda kalmış. Filmin iki yılda tamamlanması düşünülürken, tam dört yıla yakın bir sürede bitirilmiş.

"Stanley bana, 1964'ün baharında ilk kez geldiğinde, zihnimizde hiçbir şey belirgin değildi. Sadece çok konuşulacak bir bilimkurgu filmi çekmek istediğini, bugüne kadar bir türlü malzeme bulamadığını iletti. Ben onunla aynı fikirde değildim. Beyin fırtınaları sonucunda, Güneş Sistemi'nin keşfiyle ilgili kısa hikâyelerimden altı tanesini ona sundum."
BBC Radyosu'nun düzenlediği bir yarışma için yazdığı "Gözcü" adlı öykü içlerinde en ilginciydi ve bu 1951'de "Ten Story Fantasy" dergisinde yayımlanmıştı. Öyküde, ay kâşifleri, kristal bir uzay piramidiyle karşılaşıyorlardı. "Bu, insanoğlunun, dünyanın beşiğinden kaçıp, evreni istila etmeye çalıştığını bildiren, bir tür kozmik soygun alarmıydı. Stanley'le birlikte, daha sonra bu piramit fikrinden vazgeçtik ve 2001'in "kristal kaya"sı ortaya çıktı."

Clarke'ın diğer ilginç fikirleri de filmin temellenmesinde etkili oldu. Örneğin, filmin çar-pıcı anlarından biri de, ana kontrol bilgisayarı HAL'ın, astronot Dawe Bowman uzay gemisinin dışında çalışırken ona kapıları kilitlediği sahneydi. Bowman'ın uzay giysisinin başlığı yoktu ve kendisini uzay boşluğunun çekiminden koruması gerekliydi. "Kişinin bu durumda patlayacağı sanılır. Ancak, gerçek hiç de öyle değil. Sadece donma duygusu gelir ve kısa bir süre sonra havasızlıktan kişi ölür. Böyle bir durumda bilinç, 15 saniye kendini korur. Bu süre kurtulmak için yeterlidir. Ancak, derin nefes alınmamalıdır. Bu en kötüsüdür, çünkü amboliye yol açar."Kubrick ve Clarke'ın 2001'i, uzaya yolculukla ilgili sorunlara değinmekle kalmıyordu: "Evrim bizim en önemli temamızdı. İlkel yaratıklarla, bir gün ulaşacağımız uygarlaşmış varlıklar arasında bir yerlerde, geçiş aşamasında olduğumuz fikri üzerine kuruluydu." Filmin açılış sahnesindeki, maymun adamların uzaylıların uyarılarıyla insan benzeri bir varlığa dönüşmeleri ve ilk aleti, silahları kullanmayı öğrenmelerinin ardında bu tema yatıyordu."


Ondan tam 4 milyon yıl sonra da, yeni bir evrimsel güç, HAL 9000'in efendisi insanı saf dışı bırakmaya çalıştığı sırada, egemenlik için insan ırkıyla rekabete girişecekti. "Bir sahne için madeni ses çıkaran bir robot tasarlamıştık; ancak, bunun iyi bir fikir olmadığına karar verdik. Daha sonra, bilgisayara Athena adını uygun gördük ve kadın sesi verdik. En sonunda, o ünlü kırmızı gözlü HAL'de karar kıldık, en iyisi de oydu zaten"

HAL'in süper zekâsı, 2001'deki öngörüler içinde, bugünkü gerçeği yansıtmayan tek unsur şeklinde değerlendirilebilir. Çünkü, hâlâ gerçekten zeki bilgisayarlara sahip değiliz. Clarke, onların da çok geçmeden çevremizi saracağını belirtiyor: "Bilgisayarların, çoğunlukla bizim komutlarımız doğrultusunda çalıştığı söylenir. Bence bu artık doğru değil. Çok karmaşıklaşıp kişilik kazandıkları ve bizim isteğimiz dışında çalıştıkları da oluyor. Bir diz üstü bilgisayarı sahibinin benimle aynı fikri paylaşacağına emi-nim"
Zeki makinelerin bizimle eşit bir hale geleceği, hatta efendilerimiz olacağı günleri görebildiğini de ekliyor: "Beynimizin ürünü bilgisayarlar, umarım bizi sadece evcil hayvanlarlar gibi eğitmekle yetinirler, böcekler gibi yok etmezler. Bunu hak etmiş olsak da"Genellikle 2001'in, bundan 30 yıl önce biten uzay çağı fantezisini resmettiği söylenir. "Elbette, Ay'a tekrar gidilmemesi beni hayal kırıklığına uğrattı, ama şimdi uzay istasyonları kuruyoruz" diyor Clarke. "Jüpiter'e, Satürn'e hatta Mars'ın yüzeyine araştırma uyduları yolluyoruz. Bunları görebileceğime hayatta inanmazdım. Ancak, bugün kullanılan hantal, kimyasal roketler yerine daha etkili ateşleme sistemlerine sahip araçlar geliştirmemiz lazım."

2001 yılındayız ve filmle uyuşmayan birçok nokta var. Clarke bu konuda: "Pek çok konuda gerçeği yakalamışız. Yarım yüzyıllık bir hata payı insanlık tarihinde çok da önemli bir süre sayılmaz." diyor.
2051 yılına çok az kaldı. Defalarca kozmik olayları, uygarlıkların yok oluşunu yazan Clarke, insanoğlunun varlığının pamuk ipliğine bağlı olduğunu bilenlerden: "Birçok zorluğa göğüs gerdik ve bu zorlukların hepsini kendimiz yarattık. Savaş bunlar içinde en açık olanı. Şimdi şekil değiştirse de bizi tehdit etmeyi sürdürüyor. Sadece nükleer silahlar değil, biyolojik, hatta nano silahlar icat ettik. Bunun yanı sıra, bir de doğanın kendisinden gelecek tehlikeler var; depremler, fırtınalar ve ayrıca asteroitler. Ama ben yine de iyimserim. Bence hayatta kalma şansımızı hâlâ yüzde 51."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Fantastik Orta Dünya (fantastic middle earth) Fantastik Edebiyat Bilim Kurgu