Sen de İzle!

14 Ekim 2011 Cuma

Hep Yuvaya Dönmek / Ursula K. LeGuin (Makale)

Ursula K. LeGuin'in en önemli kitaplarından biri, 'Hep Yuvaya Dönmek' Türkçede. Modern topluma karşı bir yaşam tahayyülü kuran LeGuin, 'bu dönem elbette sona erecek' diyor.
Feminist harekede tanışmanız ve bu tanışmanın yazınıza etkileriyle başlayalım.
Tanışma geç oldu ve ağır gelişti. İlk yapıtlarımın tamamı nispeten erkek merkezliydi. Yerdeniz kitaplarının ikisinde hiç kadın yoktur, ya da ikinci planda kadın figürleri vardır. Kahraman öyküleri böyledir, hep erkeklere dairdir. Joanna Russ gibi birkaç feminist dışında bilimkurgu 1960'lara kadar oldukça erkek egemenliğinde bir alandı. Bu alanda yazan kadınların çoğu takma ad kullanırdı.
Bu durum beni hiç rahatsız etmiyordu. Gelenek buydu ve mutluluk duyarak çalışıyordum. Ama giderek kimi rahatsızlıklar duymaya başladım. İlk feminist metnim 1967'de yazmaya başladığım ' Karanlığın Sol Eli'ydi. Cinsiyet yapısını çözme yolunda ilk denemelerden biriydi. Herkes 'erkek olmak ne demektir, kadın olmak ne demektir,' diye soruyordu. Bu zor bir soruydu. 'Karanlığın Sol Eli'nde cinsiyeti ortadan kaldırıp geriye ne kaldığını bulmayı denedim. Bilimkurgu böyle oyunlar oynamak için harika fırsatlar sunar.
Kendi yapıtımın bana artık dişi olanı ihmal edemeyeceğimi anlattığını yavaş yavaş anladım. 1977'de 'Balıkçıl Gözü'nü yazarken, kitabın ortasına gelmeden kahramanım ısrarla kendisim yok etmeye çalışıyordu. Dur bakalım, dedim, sen kahramansın, böyle davranamazsın. Kitabıma ne olacak? Yazmayı bıraktım. Romanda bir kadın vardı, ama kadınlar üzerine yazmayı bilmiyordum. Ne yapacağımı bilmeden biraz uğraştıktan sonra feminist kuramda bana yol gösteren bir şeyler buldum. Feminist edebiyat eleştirisinin okuyabileceğim ve zevk alabileceğim bir şey olduğunu keşfedince heyecanlandım. Norton Book serisinden Kadın Edebiyatı Antolojisi'ni baştan sona okudum. Benim için kutsal kitap gibi bir şey oldu. Artık onursal bir erkek gibi yazmam gerekmediğini, bir kadın gibi yazabileceğimi ve bunun beni ferahlatacağını o kitaptan öğrendim.
Anneniz Theodora Kroeber başarılı bir yazardı. 'İki Dünyada Ishi' kitabı bir etnoloji klasiğidir. Yaşamı ve eseri sizi nasıl yüreklendirdi?
Annem gerçekten bir feminist değildi. Bu sözcüğü sevmezdi bile. Feministlere şu kadın özgürlükçüleri derdi. Ama Neden bütün kahramanların hep erkek? gibi sorulan soran da oydu. Ona, Bilmiyorum anne, bana daha kolay sorular sor, derdim. Ondan çok şey aldım. Ama hayatinin sonuna doğru bir çatışma içindeydik.
Hayatım boyunca bana bir öğretmen olan Virginia Woolf'a beni yönlendiren de annemdi. Bir romancı olarak Woolf, İngiliz edebiyatının kanun koyucularının kabullenmek istediğinden çok daha önemli bir yazardır. Aslında hâlâ ondan korkuyorlar. Haklılar da. Öylesine derinden bir kışkırtıcı, öylesine büyük bir yazar ki... Bana yol göstermesi için hâlâ ona dönüyorum.
Bir tür olarak bilimkurguya sizi çeken neydi?
Tam olarak bilimkurguyu seçtiğim söylenemez. Nerede yayımlanabiliyorsam oraya gittim. Bir bilimkurgu yazarı olarak hor görülmekten bıktım. Bilimkurgunun fantastik edebiyatın değil gerçekçiliğin çocuğu olduğunu . öğrendim. Gerçekçi bir öykü, olabilecek ama olmamış şeyleri konu alır, değil mi? Çoğu bilimkurgu, var olmayan ama gelecekte var olabilecek dünyalara ilişkindir. Hem gerçekçilik, hem de bilimkurgu gerçek olabilecek öyküleri konu alır. Fantastik edebiyatın anlattığı öyküler ise gerçek olamaz. Fantastik edebiyatta sadece imgelemin önündeki yasaklan kaldırıp, ne kadar olanaksız olursa olsun, öyküyü izlemeyi kabulleniriz.
Dünyaya doğrusal, neden - sonuç doğrultusunda bakmaya eğilimliyiz. Öykülerde bizi çeken şeyin bakış açımızı değiştirme yetenekleri olup olmadığını merak ediyorum.
Çoğu yetişkinin günlük yaşamı o kadar ağır ve yapay ki dünyanın büyük bölümüne kendimizi kapamışız. İşimizi yapabilmek için böyle yapmak durumundayız.
Kabilenin öykücüsü yalnız ruhsal bir kapı açmakla kalmaz ahlaki yol göstericiliği de yapar. Amerikan edebiyatının büyük ölçüde etik sorunların peşinde olduğunu düşünüyorum. Özellikle Paula Marshall, Alice Walker, Gloria Naylor ve Toni Morrison gibi siyah kadınları göstericiliği de düşünüyorum. Bu kadınların yazdıktan edebiyat dünyasında takdir görüyor, ama aynı zamanda halkları için, sadece siyah Amerikalılar değil, bütün Amerikalılar için müthiş önemli bir şey de yapıyor. Bir anlamda bu kadınlar kabile öykücülerinin eski görevini üstlenmiş gibiler, bizi farklı ruhsal ve ahlaki iklimlere taşımaya çalışıyorlar. Bu işte son derece ciddiler ve bu yüzden romana olarak o kadar çok seviliyorlar.
Öyküler kim olduğumuzu hatırlamamıza da yardım eder. 'Gülüşün ve Unutuşun Kitabı'nda Milan Kundera Benlik, hatırladığımız şeylerin toplamından başka nedir ki? der.
Doğru. Hatırlamak anlamındaki 'remember', Latincem beni yanıltmıyorsa, parçalan bir araya getirmek anlamından türüyor. Bu parçalarını yitirmenin farklı yollan olduğu anlamına da geliyor. Kundera öykü anlatıcılığının bu yönü üzerine de konuşuyor. Başka bir çeşit öykü olan tarihin de bir halkın şimdi ya da geçmişte kim olduklarını unutturmak için kaşıdı olarak çarpıtıldığını söylüyor. Bunu 'örgütlü unutturma yöntemi' olarak adlandırıyor.
Son yüz yılın tarihi hâlâ beyaz Avrupalı bakış açısına doğru devasa bir entelektüel bükülmüşlüğün damgasını taşıyor. Tarihçilerin yazılı belge tanımı, bütün yerli halkları ve sözlü geleneklerini daha baştan geçersizleştiriyor. Aslında bu bakış açısına göre beyaz Avrupalılar dışında herkes 'ilkel'. Eğer yazılı bir dilin yoksa, tarihin parçası değilsin demektir.
Tarihe bakışımızdaki güncel değişimler, yerli halkların kültürüne bakışımızı da değiştiriyor mu?
Kesinlikle. Merkezi ortadan kaldıran bir süreçteyiz. Çok uzun süre Avrupa'nın dünyanın merkezi olduğuna inandık. Antropolojistlerin ve şimdilerde tarihçilerin sayesinde merkezin olmadığını, ya da çok sayıda merkezin olduğunu öğreniyoruz. Nihai cevaba kimse sahip değil. Buna hâlâ bu kadar büyük direnç olması şaşırtıcı. Herkes 'merkezde' olmak istiyor. Ve aslında farkına varsalar ve diğer merkezlere tepeden bakmaya kalkmasalar, herkes zaten merkezde.
Yerli Halka ilginiz yapıtınızda nasıl bir rol oynadı?
Önceleri herhangi bir rol oynadığının farkında değildim. Babamın bir antropolog ve arkeolog olmasına karşın benim bu alandaki formel eğitimim tek bir fiziksel antropoloji dersinden ibaretti. Elbette kimi huylarım ve eğilimlerim babama benziyor, ama sıkça söylediğim gerçek kültürleri inceledi, bense
kültürler kurguladım. Kesin ve Somut ayrıntıları yakalayan bir gözü ve bunlara duyduğu ilgisi vardı. Aletlerin ve şeylerin işleyişine saygı duyardı. Bu konuda ondan çok şey aldım.
'Hep Yuvaya Dönmek'e başladığımda kitabın nasıl bir şey olacağını keşfetmeye çok zaman harcadım. Kitabın Napa vadisi'nden beslenip büyüyen bir şey olmasını istediğimi fark edince, benzer nitelikte edebiyat eserlerini aradım. İtalyan bağcı aileleri üzerine birkaç romantik roman dışında hiçbir şey bulamadım.
Bu toprağın tek edebiyatı Kızılderili sözlü edebiyatıydı. Vadi halkı Wappolar çoktan yok olmuştu. Kendilerine verdikleri isim de yok olmuştu. Biraz Wappo kanı taşıyan insanlar vardı ama ne dilleri, ne gelenekleri, ne de öyküleri kalmıştı. Ben de başka Kuzey Kaliforniya mitlerini, efsanelerini, şarkılarını okudum. Orada epey bilgi vardı. Çoğunu babam derlemişti. Amerika'nın her yanındaki geleneklerden yaygın bir okuma yaptım. Çalmadan ve sömürmeden bu edebiyatı kullanmanın bir yolunu bulmaya çalışıyordum, Kızılderili edebiyatına bu kötülük yeterince yapılmıştı. Geleceğin Napa Vadisi'ne bir avuç Kızılderili yerleştirmeye hiç niyetim yoktu.
Yapmaya çalıştığım bu değildi. Kaliforniya sözlü edebiyatı okumalarımdan elde ettiğim uzak ve farklı bir yaşam kalitesine ilişkin bir duygu oldu. Sesleri duyamıyorsunuz, ama duyguyu sezebiliyorsunuz.
Kitaptaki Keş toplulukları ritüeller içinde boğulmuş gibi. Ay, su, yaz, şarap ve çimen için şenlikler düzenliyorlar. Gündönümlerinde birlikte dans ediyorlar. Ritüellere ilişkin kavrayışınızı nasıl elde ettiniz ve sağlıklı bir kültürde hangi rolü oynamaları gerektiğini düşünüyorsunuz?
Ritüellere ilişkin bildiklerimi kitaplardan öğrendim. 'Hep Yuvaya Dönmekteki gibi bir kültürde hiç yaşamadım. Burada söz konusu olan kısmen edebi yaklaşım sorunu. Kitap sözcüklerden yapılma. Keşlerin bir çok sözel ritüeli olmalı ki yaptıkları üzerine yazabileyim. Ritüelleri canlı ve ilginç olmalı ki şiir ve öykülerle anlatılabilsin. Kitabı yazarken bu süreçlerin bilincinde değildim ama işlerin böyle yürüdüğünü biliyorum.
Bu ritüeller kitabın bağlamının bir parçası, ama aynı zamanda hem iyi
zarar vermeyen hem de elleri kolları bağlı, bir şey yapmadan oturmayan bir toplumu sergiliyor. Sağlıklı bir orman gibi Keş toplumu da iyi bir dengede. Bir gelişme teknolojisi değil ama gelişkin bir teknolojileri var. Şeyleri nasıl yaptıklarına ilişkin ayrıntıları ve stillerini değiştirebilirler, ama bunu bizimki gibi gelişme teknolojisi üzerine kurulu bir toplumda olduğu gibi hızlı ve kökten biçimde yapmazlar.
Keşlerin yaşamındaki farklılığı göstermenin bir yolu, onları ritüel olarak tekrarlanan etkinlikleri ve şenlikleri ile uğraşırken göstermekti.
Sağlıklı Kızılderili kültürlerinin çoğunda derin bir ritüel boyut vardır. Pueblolan ve Hopileri bir yere kadar örnek aldım. Hep büyük bir rahatlık ve resmiyetten uzak tavırla üstlendikleri bir sürü ritüel davranışları var. Powwow toplantılarına her gidişimde, her şeyin o denli rahat ve olağan görünmesine hep şaşmışımdır. Söz konusu olan bir ritüeldir ama insanlar gülüşüp konuşurlar, bebekler ortalıkta koşuşur. Her şey yerli yerindedir, örgütlü dinlerin ritüelleri tamamen farklı bir şey. Ayrımcı, hiyerarşik ve erkek merkezli. Kızılderili kültürlerinde olduğu gibi herkesin sürekli yaptığı bir ritüel olduğunda, din ve yaşam birbirinden mutlak olarak ayrılmaz hale geliyor.
Ritüellere ilişkin değerlendirmeniz kitabı yazma sürecinde değişti mi?
Kitabı bitirmeyi hiç istemememin bir nedeni, yıl boyunca bir Keş gibi yaşamaya son vermek zorunda kalacağımdı. Çok keyif almış, kendimi evimde gibi hissetmiştim. Düzenli bir etkinlikler, ritüel ilişkiler, törenler ve şenlikler döngüsü içinde yaşamak, insanlık tarihi boyunca var olmuş çoğu kültürde çoğu insanın yaşama biçimidir.
Taş devrinden sonra birkaç bin yıl boyunca yaşanan tarihsel dönem Keşler tarafından insanların 'dünyanın dışında' yaşadığı dönem olarak adlandırılıyor. Bununla ne demek istiyorsunuz?
Burada yapmaya çalıştığım, sanayi devriminden günümüze, son iki yüz yıl boyunca hüküm süren büyüme teknolojimiz ile düşünsel bir oyun oynamaktı. Bu dönemin ne zaman sona ereceğini bilmiyoruz, ama sona erecek. Şimdiki tarihsel dönemi insan toplumunun evriminin en üst aşaması olarak ı görmeye eğilimliyiz. Sömürücü hızlı büyüme teknolojimizin mümkün tek gerçeklik olduğuna inanmışız. 'Hep Yuvaya Dönmek'te buna inanan insanları, Keşlerin garip sapkınlar olarak değerlendirebileceği küçük bir kapsülün içine koydum. Bir dışkı parçasını süslü sarmalamak gibi, yapabileceğim en saygısızca şeyi yaptım. Bu da bir tür çakal metaforu.
Çakaldan söz açılmışken, son dönem eserlerinizde çok sık görünüyor. Onunla nasıl karşılaştınız?
Çakal bir anarşisttir. Sadece üzerini çiğneyip geçerek her tür uygar düşünceyi altüst edebilir. Ve kendini beğenmişleri hep dolandırır. Tam görüşleriniz düzgün, düzenli bir hale gelmiş, köşeleri belli olmuşken gelip her şeyi karıştırır. Şeyler hiçbir zaman düzgün, düzenli olmayacak, bundan,emin olabilirsiniz.
Çakal hep zihnimizde. Bir dolandırıcıya, dünyayı altüst edip bozan bir yaratıcıya ihtiyaç duyduğumuz ortada. Yanlışlar yapan, başını belaya sokan ve küçük pasaklı bir hayvanla özdeşleştirilen bir Tanrı düşüncesine ihtiyaç duyuyoruz.
Jonathan White'ın Sierra Club Books'tan 1994 yılında çıkan Talking on The Water kitabından kısaltılarak alındı.
Fantezi Dünyası - Fantastik Resimler - Fantastic Pictures * Orta Dünya,Bilimkurgu,Mitoloji ** Science Fiction - Middle-earth

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Fantastik Orta Dünya (fantastic middle earth) Fantastik Edebiyat Bilim Kurgu